dimanche 28 août 2011

Yeni ERDOĞAN Hükümeti ve Türkmenler


Yeni ERDOĞAN Hükümeti ve Türkmenler
Mahir Nakip




mnakip@yahoo.com

Bugünden Düne Bakış
2003 yılında iktidara gelen AK Parti, son seçimlerde toplam oyların %50’sini alarak daha güçlü bir şekilde üçüncü hükümetini kurdu. Herkes tarafından “olağan” kabul edilen ve alkışlanan bu başarı Ortadoğu’da ve bilhassa Arap âleminde büyük sevinçle karşılandı. Bunun sebebi açıktır. Kendi despot ve eskiyen yönetimlerinden usanan Arap halkı, ümitlerini istikrarlı Türkiye Cumhuriyetine bağlamışlardır. Yönetimlerine karşı ayaklanan Arap ülkeleri artık Türkiye’yi örnek göstermektedir. Hele Filistin meselesinde İsrail’e karşı Sayın Erdoğan’ın duruşu hem Arap halkı hem de Arap medyası tarafından yürekten alkışlanmaktadır. Sayın Davutoğlu’nun mekik diplomasisi ve iyi niyetli teşebbüsleri sadece Arapların değil, dünyanın dikkatini çekmektedir. Bu sevinci, Irak’ın ayrılmaz bir parçası olan Türkmenler de duyarak, geleceğe daha umutla bakmaya başlamışlardır. Çünkü her zaman Irak Türkleri huzurlarını, Türkiye’nin gücünde, istikrarında ve başarısında bulmuşlardır. Doğrusu Türk toplulukları içerisinde hiçbir cemaat kendisini Türkmenler kadar Türkiye’ye bağlı hissetmemiştir. Bu bağlanış, bir aczin değil, bir samimiyetin ve mensubiyet ruhunun mahsulü olup, Türkiye’nin cümle siyasî yelpazesinde bilinir ve sanırım takdirle karşılanır.


Hatırlanacağı üzere, Birinci Ak Parti Hükümeti tarafından hazırlanan 1 Mart Tezkeresi Meclis’te kalınca Türkiye, Irak’taki soydaşlarına öncelik vermişti. Çünkü savaş öncesinde, hiç bir askerî, malî ve siyasî gücü olmayan Türkmen siyasî örgütleri, Türk ordusunun Irak’a girmesi gerektiğini deklere eden yegâne Iraklı siyasî grup olmuştur. Ayrıca 2002 Irak muhalefetinin Londra toplantısında (içinde 3 ayrı Türkmen siyasî cemaati olduğu halde) Irak Türkmen Cephesi hariç, bütün Irak Siyasî grupları Erbil, Süleymaniye ve Duhok’u “Kürdistan” bölgesi olarak kabul etmiştir. Cephe’nin böyle münferit ve bir o kadar tehlikeli karar almasının yegâne sebebi, Türkiye’nin bu istikametteki irade beyanı olmuştur. Böylece büyük bir risk alan Irak Türkmen Cephesi, onun bedelini hâlâ ödemektedir.


2003-2006 yılları arasında Türkiye’nin Irak politikasında Türkmenlerin ön sıralarda olduğunu görüyoruz. ABD’nin Irak’a girmesinden ve Peşmerge kuvvetlerinin Kerkük’ü işgal etmesinden sonra Türkiye’nin Irak Türkleriyle yakından ilgilendiğini, hatta bazı gazete yazarları, Irak siyasetimizin tamamen Türkmen eksenli olduğunu yazmışlardı. Irak Anayasasının 140. Maddesi gereği 31 Aralık 2007 tarihinde yapılması planlanan referandumun gerçekleşmemesinde Türkiye’nin rolü büyük olmuştu. Kürt siyasetinin mimarları, Türkiye’nin iradesini kulak ardı ederek Kerkük sorununun çözülemeyeceğini artık idrak etmişlerdir.

Durum Göründüğü Gibidir
Buna rağmen Türkiye’nin Türkmenleri en yoğun önemsediği zamanda bile bu ilginin derecesi, İran’ın Şii Iraklılarla ya da ABD’nin Iraklı Kürtlerle ilgilendiği kadar olmamıştır. Tabii ki Türkiye İran gibi ideolojik davranan bir ülke olamaz. Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca dış politikası şeffaf, zararsız, barışçı ve iyi niyetli; içi neyse dışı da o olan bir yol izlemiştir. Sayın Davutoğlu’nun Bakanlığı devralmasından sonra Türkiye’nin ve klasik-muhafazakâr hariciye zihniyetinin ezberini bozacak ölçüde aktif ve atak siyaseti kısa sürede Türkiye’nin yıldızını parlatmış ve danışılan bir ülke konumuna yükseltmiştir. Ancak her nedense bu ataklık ve aktiflik Irak’ta yaşayan Türkmenleri pek kapsam alanına almamıştır. Türkiye’nin Türkmen politikası genelde çekingen, arka sıralarda, geçici, temelsiz, nisbî, marjinal ve dalgalı olurken, siyasetçilerden çok bürokratlara bırakılmıştır. Bu geçmişte de böyle olmuş bugün de aynıdır. Türkiye’de birçok insan bunu doğal karşılamakta ve Türkmenlerin, birinci gündem maddesi olmalarının imkânsızlığından söz etmektedir.


2007’den sonra Irak’taki (biraz da Türkiye’nin içindeki) gelişmeler, Türkiye’nin Kuzey Irak konusunda siyaset değiştirmesine sebep olmuştur. Türkiye 2008 yılına kadar pür Irak eksenli, bütüncül ve Kürt yönetimi ile Bağdat üzerinden ilişki kurma politikası izlerken, bugün Erbil’de bir konsolosluk açarak bu bölgeyle doğrudan ilişki kurma siyaseti izlemeyi tercih etmektedir. Nitekim bu bölgeyle ticarî ilişkilerimiz bir hayli gelişmiş, Sayın Başbakanımız ve diğer bakanlarımız Erbil’i ziyaret etmişlerdir. Ayrıca hiçbir taviz talep etmeden ya da karşılık beklemeden Erbil ve Süleymaniye’ye hava uçuşları çok önceleri sağlanmıştır. Yani, Kürt bölgesi artık Bağdat üzerinden değil, İstanbul üzerinden dünya ile ilişki kurabilmektedir.
Türkmen siyasî grupları bu açılımdan büyük bir rahatsızlık duydukları söylenemez. Her ne kadar bu açılımın Türkmenlere bir faydası olmamışsa, bir zararı da yoktur denilebilir. Ancak bu açılım Türkmenlerde bir dışlanma ve giderek formül dışı kalma hissi yarattığı da bir gerçektir. Erbil ve Süleymaniye Türk firmalarının katkılarıyla süratle imara kavuşarak, bir cazibe merkezi olmaya yüz tutmakta ve doğrudan dünya ile bağlantısını kurabilmekteyken; Kerkük, Telafer ve Tuzhurmatu gibi Türkmen şehir ve kasabaları canlı bombalarla, çocuk kaçırma eylemleriyle, işsizlikle, göçle, susuzluk ve elektriksizlikle boğuşmaktadır. Buna ilaveten Türkiye’nin Sayın Başbakanı ve Bakanları tarafından Erbil ziyaret edilirken, Kerkük ve Telafer gibi Türkmen şehirleri ziyaret edilmemektedir. Bunların hepsi Türkmenlerin içinde burukluk yaratmakta ve sorgulanmaktadır. Sıraladığımız bazı meseleler Irak’ın iç meseleleri gibi görünebilir. Ama Kürt Yönetimi isterse bu sorunlar zamana yayılarak pekâlâ çözülebilir. Çünkü Kerkük, Diyale ve Musul ilçelerinin asayişinden büyük ölçüde Peşmerge kuvvetleri sorumludur. Bu şehirlerde ekonomik hayat tamamen olmasa büyük ekseriyetle Kürt işadamları tarafından yönetilmektedir. Kürt yönetiminin şah damarı Türkiye’den geçtiğine göre, bazı sorunlar, Türkiye’nin bir temennisi ile hallolabilecek niteliktedir.
Bilindiği gibi Türkiye’nin Türkmen politikası ile Kürt politikasını birbirine yaklaştırmak isteyenler çoktur. “Türkiye, Kürtlerin ve Türkmenlerin barış ve huzur içinde bir arada yaşadıkları, birbirleriyle entegre oldukları bir Kuzey Irak savunmalıdır ” diyenlerin yanında, “Türkiye’nin Irak politikası, bu nedenle, Türkmenlerin haklarını güvence altına alacak biçimde “Kürt eksenli” olmak zorunda ” diyerek daha ileri gidenler de var. Bunlar hepsi kaale alınabilir. Hatta bunun bir devamı olarak, nasıl ki her fırsatta Iraklı Arap siyasetçileri Erbil’e gidip Barzani’yi ziyaret ederek görüşebiliyorlarsa, Türkmenler de aynı şekilde bir heyet kurarak böyle bir görüşme yapabilirler. Zaten aralarında siyasî görüşmelerin olmadığı bir tek Türkmenlerle Kürtler kaldı diyebiliriz. Ancak bunun sebeplerini iyi irdeleyip doğru teşhis etmek lazım. Eğer bir açılım olacaksa bu açılımı güçlü taraf başlatmalıdır. Bugün Irak’ta Kürtler güçlüleri, Türkmenler de güçlü olmayanları temsil etmektedir. En azından Kerkük gibi bir şehri adeta işgal edeceksiniz ve Türkmenlerin arazileri üzerine kanunsuz inşaat yapacaksınız, Kerkük’ün Kürdistan’ın kalbi olduğunu söyleyeceksiniz sonra Türkmenlerin diğer Iraklı siyasî gruplar gibi size gelmesini bekleyeceksiniz. Buna, “zalimin mazlumu ayağına getirmeye mecbur ve mahkûm etmesi” denir. Ayrıca her ne kadar Türkmenler mağdur ve zayıf, Kürtler baskın ve güçlü olursa olsun, şartların eşit olduğu varsayılmalıdır. İşte denklemdeki bu eşitliği, Türkiye’nin dışında hiçbir güç sağlayamaz. Bu misyonu ne bir asır Türkmenleri Araplaştırmak isteyen Sünni Araplar, ne de İran eksenli siyaset yürüten Şiiler üstlenir.
Türkmenlerin Çözülmeyen Meseleleri
Türkmenlerin 2003 yılından beri kendi başlarına üstesinden gelemedikleri 3 siyasî ve 3 siyaset dışı ana sorunları bulunmaktadır.


1. Arap ve Kürtlerden sonra üçüncü millet olarak kabul edilmeleri ve en azından Türkmenlerin yerel yoğunluk gösterdikleri bölgelerde Türkmencenin resmi dil kabul edilmesi.

2. Kerkük’ün müstakil bir bölge olması ve Türkmenlerin bu şehirde her konuda ve en azından üçte bir hakka sahip olduklarının tescili,

3. Telafer ve Tuzhurmatu’nun il olmaları.

Bu üç haklı talep 2003 yılından günümüze kadar uzanan siyasî konjonktürün bir sonucudur. Irak nüfusunun en fazla %16-18’ini oluşturan Kürtlere ikinci millet ve Kürtçeyi de ikinci resmi dil olma hakkı verilirse, Irak nüfusunun %8-10’unu oluşturan Türkmenler de aynı hakları neden istemesin? Neticede Kürt ve Türkmen nüfusunun tamamı Irak nüfusunun %30’unu oluşturmaktadır. Ancak, Türkmenlerin üçüncü millet olmalarını kabul ettirmek anayasa değişikliğini gerektiren ve gerçekleşmesi hiç de kolay olmayan bir istek olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu haksızlık 2003 yılında yaşanan siyasî arbedenin bir sonucu olup, Anayasa taslağı hazırlanırken siyasî olarak Türkiye’nin tamamen devre dışı kalmasından kaynaklanmıştır denilebilir. Belki ileriki bir tarihte Türkmenler, siyasî, sosyal ve ekonomik yönden güçlendikten sonra ve Türkiye’nin mutlak desteğini de arkasına alabildikten sonra bu haklı ve müktesep haklarını gündeme getirebilir.


Kerkük bir sorunlar yumağı haline gelmiştir. Fiilen Kürtlerin yönetiminde ama resmen merkeze bağlı bir şehirdir. Şehre işgal maksadıyla giren yüz binlerce Kürt şehrin en iyi yerlerini ele geçirmiş durumdadır. Çarşı-Pazar şehre yerleşen (korsan) Kürt esnafı tarafından hiçbir vergi ödemeden yönetilmektedir. Buna mukabil şehrin diğer sakinleri Türkmen ve Araplar yavaş yavaş şehri terk etmektedir. Bu kesimin kısıtlı sermayesi çocuklarının kaçırılması yoluyla eritilmektedir. Enteresandır: Kerkük’te sadece Türkmenlerin çocukları kaçırılmakta, büyük fidyeler istenmekte ve hepsi de talep edilen fidyeler ödenerek çocukların kurtulması ile sonuçlanmaktadır. Hiçbir kaçırma, kaçırılanların yakalanması ile neticelenmemektedir. Belediye hizmetleri durma noktasına gelmiş su ve elektrik büyük bir sıkıntı kaynağı olmuştur. Tayinler sadece Kürtleri kapsamakta üniversite Kürtler tarafından yönetilmektedir. Yani çözüm uzadıkça Türkmen ve Araplar zayıflıyor, Kürtler ise güçleniyor.


Telafer şehri mum gibi erimekte ve şu anda Irak’ın en büyük ilçesi olduğu halde sürekli nüfus kaybeden bir hayalet şehir haline gelmek üzeredir. Bir zamanlar Telafer’den çok daha küçük birer ilçe olan Necef, Şiileri memnun etmek için, Tikrit Saddam sayesinde ve Duhok da Kürtleri razı etmek için il yapılmıştır. Sıra Telafer’in il olmasına gelince Kürtler yan çizmekte, Sünni Araplar da (Musul ili küçülür bahanesiyle) şiddetle karşı geliyorlar. Yani kimse bir Türkmen ilinin oluşmasını istemiyor. Bunun, uzun vadeli olmak üzere tek çözümü var. Telafer şehrini demografik ve ekonomik olarak güçlendirmek gerekmektedir. Yıllardır gündemde olup ama herhalde sadece Barzani’nin muhalefeti ile bir türlü yürürlüğe giremeyen Ovaköy-Telafer ikinci bir sınır kapısının açılması bu güçlendirmeyi sağlayacaktır. TİKA ve Yunus Emre gibi başarılı kuruluşlarımız, Afrika’nın adını duymadığımız ülkelerine yardım hizmetlerini götürebilirken, burnumuzun dibindeki Irak’a hizmet elimizi uzatamıyoruz. Yüzlerce Türk firmasının Erbil ve Süleymaniye’ye girmesine izin veren bir yönetim, TİKA ve Yunus Emre gibi insanî amaçlara hizmet eden kuruluşlarımızın da bölgeye girmesine izin vermesi sağlanmalıdır. Değil sadece Irak’ta, bütün Arap ülkelerinde itibarı bu kadar yükselen Türkiye’nin, Barzani’den talep ederek bu sorunu kolaylıkla çözebilir.


Gelelim siyaset dışı sorunlara. Aslında bu sorunlar bizce en az siyaset içi olanlar kadar önemlidir. Çünkü bunlar siyaseti besleyecek, onlara güç ve imkân temin edecek kaynaklardır.


1. Türkmen eğitimi
2. Türkmenlerin ekonomik durumu
3. Sivil ve medya kuruşluların güçlendirilmesi


Bugün Irak’ta dağınık, disiplinsiz ve verimsiz de olsa bir Türkçe eğitim sistemi vardır. Başta Kerkük olmak üzere bazı şehirlerde (Türkmence değil) Türkiye Türkçesiyle eğitim veren 11 yıllık temel eğitim veren okullar vardır. Bu eşsiz müktesebat, Türkiye’nin isteğiyle değil, Türkmenlerin mücadelesiyle elde edilmiştir. Düşünün Telafer, Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu gibi Türkiye’den yüzlerce kilometre uzağında körpecik çocuklar gencecik delikanlılar Türkiye Türkçesiyle fizik, matematik kimya, edebiyat, tarih vs dersleri görüyor. Bu Türkiye’yi gönülden memnun edecek bir durum olmalıdır. Ancak, bu dersleri verecek öğretmenleri kim yetiştirmeli, okullarda okutulan ders müfredatını kim hazırlamalı, buralardan mezun olan öğrencilerden diğer Iraklı öğrencilerle rekabet etmeleri için ayrıcalıklarını kim sağlamalı? Elbette Türkiye. Unutmayalım Türkiye 1924-1930 yılları arasında Irak’ta soydaşlarının eğitim materyallerini hazırlayıp gönderen bir ülkedir.


Yıllardır Türkmen gençleri lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimleri için Türkiye’ye gelirler. Ancak, bu öğrencilerin seçimleri, Türkiye’deki başarıları, geri dönüş oranları ya da dönüp de iş bulabilmeleri ciddî bir problem. Bir basit hesapla bugün en az 1000 Türkiye mezunu uzman Türkmen’in Irak’ta hizmet veriyor olması gerekmektedir. Ama manzara hiç de iç açıcı değil. Öğrencilerin seçimi bir kargaşa, başarı oranları düşük, geri dönüş oranları ise ciddî tartışma konusudur. Aralarındaki ilişkiler de bir başka yara. Bu sistem ehil ellere bırakılmalıdır.


Irak’ta Türkmen eğitimi, her şeyin kaynağıdır. Siyasette başarılı, ekonomide söz sahibi, bürokraside muteber yer almanın yolu kaliteli eğitimden geçer. Türkmen eğitimi kendi başına ya da uzman olmayan kişilere bırakılmayacak kadar önemli bir konudur.


Irak’ın son yarım asırlık tarihi içerisinde ekonomisi serbest olmamıştır. Ama buna rağmen her zaman Türkmen sermayesi ve sermayedarı olmuştur. Bu kişilerin çoğu Kerkük, Erbil ve Bağdat’ta yaşamıştır. Fakat 2003’ten sonra Şii Araplar ve Kürtler arasında çok hızlı ve kaynağı belli olmayan bir sermaye birikimi meydana gelmiştir. Bu arada orta halli kalan
Türkmen sermaye sahibi sürpriz bir sorunla karşı karşıya kalmıştır: Çocuklarının kaçırılması ve fahiş fidyelerle serbest bırakılmaları. Neticede elde-avuçta kalanı heba etmemek için bu kişiler Irak’taki mal varlıklarını satarak Türkiye’ye gelip yerleşmişlerdir. Türkmen iş adamları, Irak’ta iş yapmakta olan Türk firmaları kanalıyla olsun, Türkmen iş adamlarına krediler temin ederek olsun, giderek büyüyen Irak pazarından payını almaları sağlanmalıdır. Bu, herhalde bir talimatla değil, Sayın Başbakanımızın bir ricayla bile hallolacak bir meseledir.


Irak’ta, Türkiye’de ve dünyanın muhtelif yerlerinde onlarca Türkmen sivil kuruluşu ve medya aracı vardır. Hepsinin mali, idari ve finans sorunları bulunmaktadır. Aralarındaki koordinasyon zayıftır. Türkmen medya kuruluşları iki yılda bir araya gelerek kendi sorunlarını tartışabilmektedir. Sivil kuruluşlar ise zayıf, etkisiz, kaynaksız ve sahipsiz bir vaziyettedir. Bunların mutlaka bir platformda toplanması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Sivil kuruluşların güçlenmesi, toplumsal mutabakatı güçlendirir ve siyasî yapıyı besler. Hatta bazı köşe liderlerinin bile buralardan çıkmasını sağlar.


Kısacası, Türkiye, Türkmenlerin meselesini benimseyerek gündemin ilk maddeleri arasına alırsa işte o zaman Türkmenler kendi ayakları üstüne durmasını becereceklerdir. Türkmen evinin içini dizayn etmeye kalkışmak eskiden yanlış olduğu kadar, bugün de yanlıştır. Daha önemlisi Türkiye’nin Ortadoğu’da bu kadar önem ve güç kazandığı bir dönemde, bir avuç soydaşına bu hakları elde etmesi ve onlara bu çizdiğimiz açıdan bakması zor olmasa gerek. Kur’an’da buyrulduğu gibi innemel a’malü binniyyat (İşler, niyetledir).


Türkmenler Türkiyesiz Kalmamalıdır
Gelin sıdkımızı samimiyetle ortaya koyalım. Türkiye bir Türk devleti olmakla beraber, özellikle Ortadoğu’da mağdur olanlara kol-kanat gerebilmiş güçlü, sözü dinlenir ve belirleyici bir devlettir. Sınırların ötesinde silahsız, parasız, sahipsiz ve himayesiz soydaşlarını kollamak ve savunmak bir siyaset değil, bir mecburiyettir. Bugün Irak topraklarında yaşayan Türkmenler, geçmişte Çanakkale’de düşmana karşı Anadolu’yu savunmuştur. 1918 yılında İngilizler Irak’ı işgal ederken en güçlü mukavemeti Kerkük’te görmüşlerdir. Nitekim şehri işgal ettikten bir süre sonra terk etmek zorunda kalmışlardır. Ancak, takviye güçler gelince şehri tekrar teslim alabilmişlerdir. Bugün Türkmenler, Türkiye’ye bağlanmayı arzulamıyor olabilir. Ama kendi topraklarında şeref ve haysiyetle yaşamak istiyorlar. İstedikleri haklar, hak ettiklerinden fazla değildir. Ama siyasî, askerî ve malî güçleri olmadığından ve arkalarında ABD ya da İran gibi kararlı ya da dirayetli bir destekçi bulunmadığından bugün mağdur edilmektedirler. Türkiye, Irak Kürtleriyle istediği kadar yakın bir ilişki kursun. Ama Türkmenleri Irak’ın bütünü içerisinde görerek onları ihmal etmek çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.


Türkmenler Türkiyesiz bırakılmamalı ve Türkiye’de sadece yanık türküleri ile anılmamalıdır. Yoksa bu türküler korkarım bir gün Türkmenlerin mezar taşı olur.

----------------------------------------

i Mustafa AKYOL, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Yanlış Giden Neydi? Bundan Sonra Nereye? Doğan Kitap, İstanbul, 2006, s. 193

ii Cengiz ÇANDAR, “Kürt Sorunu ve Irak’ta ‘Ezber Bozmak’...”, Dünden Bugüne Tercüman, 24 Ağustos 2005.

Kaynak: kardaşlık sayı 51

Aucun commentaire: