lundi 28 février 2011

Freedom of expression worst days in Iraq


Freedom of expression worst days in Iraq
by Wamith Al-Kassab (Iraq)
February 27, 2011

A number of Iraqi journalists, who were detained during their coverage of the mass demonstrations that took place in central Baghdad’s al-Tahrir Square last Friday, will sue against the official and executive departments, which arrested them in a campaign against the journalists and the press, pointing out in a news conference in Baghdad on Saturday that "freedom of expression is facing one of its worst days in Iraq nowadays."

A number of journalists told the news conference that they were exposed for detention and beating during the Friday’s demonstration, decided to raise a judicial case against the executive authority and the Commander-in-Chief of the Armed Forces (Prime Minister, Nouri al-Maliki), due to what they described as "violations against journalists during their coverage for the Friday demonstration."

"The detentions took place without an official decision and without the announcement by the military party that decided to arrest them, whilst some of them were beaten during their detention and investigation," they said.

The Writer, Hadi al-Mahdi, told the news conference that his slogan during the demonstration had been concentrating on the peaceful nature of the demonstration, along with confirmation for reforming the system and not the downfall of the regime, but despite that, he said he was arrested and beaten.
Mahdi spoke in detail about his exposure, together with his colleagues, for detention and torture, under charges that he had been a member of Iraq’s former ruling Baath Party, whilst he had been an immigrant in Denmark, for which he escaped away from the Baathist regime.

Journalist Saif al-Khayat told the news conference he was also tortured, whilst he was about to get crashed by a police car, when he tried to help one of the wounded demonstrators, whilst Journalist, Husam al-Sarai, said he was arrested together with three of his colleagues, expressing fear that Iraq might change into "a police state."

Meanwhile, the news conference listened to a statement by the journalists, who described the campaign against reporters as "violation for the freedom of expression, guaranteed by the Iraqi Constitution, which reiterated that "the freedom of expression in Iraq is facing one of its worst days."

The statement pointed out that "the incidents that took place during Feb.
25th and the days that preceded it, have discovered the fact that the political authorities have treated the demonstrations in such a cruel security way, whilst a statement by Prime Minister, Nouri al-Maliki, described the Friday demonstration a day before its scheduled time as "having been pushed by al-Qaeda, the Baath and terrorist forces."

"The press had been a basic target for a campaign against freedoms, that was preceded by assaults before Feb.
25th, against a number of press institutions, confiscation of their equipments and preventing their live television coverage for the demonstrations, along with a campain of detentions against the journalists, who covered the demonstration," the statement said.

It said that "a number of Hummer military vehicles had stopped in front of a restaurant in Baghdad’s Karrada area, about 05:00 pm on Feb.
25th, out of which a number of army men of Intelligence Division 11, entered the restaurant and began to insult and beat by hands, feet and rifles, on four young reporters, who were taking their meal, and then they dragged them into the Hummers, drove them to the Division’s HQ, where they were tortured and forced to sign papers, denying their torture and promising not to share in any 'mob acts.’

"The attacks aim at undermining the freedom of expression in general, and the press and journalists in special, thing that represents a major blow for one of the platforms of democracy, because the freedom of expression is the main platform for all principles, stemming from democracy," the statement said.

In conclusion, the statement quoted the journalists, "concerned with the rights of people," as asking: "If lights have protected us a little bit; how about those people, who have nobody, but God Almighty?, pointing out that "this is the first time in Iraq’s modern history that people take to the streets in a "festival reflecting the freedom of expression, that was poisoned by the Iraqi authorities that treated it with harsh charges and horrible police measures."

To see a video of the attacks against media in the demonstrations watch the link,the camera man shouts: I am press, press, press, as they beat him.


Wamith al-kassab
@gmail.com
www.iraqistreets.com

vendredi 25 février 2011

Bildiri: ITC bayrağı taşıyan siteler



Bildiri: ITC bayrağı taşıyan siteler

Bildiri www.kerkuk.net , Irak Türkmen Cephesi’nin (ITC) tek resmi sitesidir. Irak Türkmen Cephesi’ne ait başka resmi web sitesi yoktur. www.kerkuk.net sitesi haricinde ITC bayrağı taşıyan siteler, bunu ITC’nin bilgisi dışında izinsiz olarak yapmaktadır. Bahsi geçen sitelerin ITC ile bir irtibatı ve ilgisi yoktur. Mezkûr sitelerde çıkan ITC ile ilgili haber ve bilgilere itibar edilememelidir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.


Dr. Hicran Kazancı

Irak Türkmen Cephesi

Türkiye Temsilcisi

Türkmeneli Vatanımız...



Türkmeneli Vatanımız…

Editör’den



Lisede olduğum yıllarda rahmetli Remzi Oğuz Arık’ın “Coğrafyadan Vatana” adlı eserini okumuştum. Bu eserin hem başlığı, hem de içeriği beni etkileyen kitaplardan biriydi. Kitaptaki yazılar, coğrafya dediğimiz toprak parçasına anlam kazandıran unsurların neler olduğunu dile getiriyordu.



Bu unsurlara göre vatan kavramı üzerinde sürekli düşünen biri olarak, ömür boyu bakışımı zenginleştirmeğe çalıştım. Hatta günümüze kadar bu hususta, haddim olmayarak öğrencilere yönelik seminer programları yaptım ve yapmağa devam ediyorum.



O zaman anladım ki her toplum yaşadığı coğrafyada vatan bilincine vardığı zaman, o coğrafya o toplum için büyük anlam kazanır. Böylece yaşanan o toprak parçası, kuru bir coğrafya olmaktan çıkar ve vatan denen aziz bir varlık olur.



Bunları neden anlatmak ihtiyacını duydum dersiniz? Sebebini açıklayayım: Bizim topluma, yani Irak Türkmenlerine yüce Allah, adına Türkmeneli dediğimiz topraklarda yaşamayı nasip etmiştir. Bu bizim kısmetimiz, kaderimiz, alın yazımız… Bu topraklar üzerinde bin yıldan beri varlık gösteriyoruz. Acı, tatlı, sevinçli, felaketli, üzüntülü, ferahlı yıllarımız olmuştur. Ölmüşüz, öldürülmüşüz, öldürmüşüz; vatanımızı, topraklarımızı, ırzımızı, namusumuzu korumuşuz. Şerefimize leke sürülmesine izin vermemişiz. Ezilmişiz, belki horlanmışız, yokluk ve yoksulluk çekmişiz ama başımız dik, alnımız açık yaşamışız. Varlığımızla, dilimizle ve onurumuzla bugünlere gelmişiz.



Bizim vatan sevgimiz, bizim millet aşkımız, bizim yurt sevdamız dağlarcadır belki. Ancak çoğu zaman yaşadığımız coğrafyanın anlamını ifade edemiyoruz. Kendi coğrafyamız olan vatanımız Türkmeneli üzerine hayal kuramıyoruz. Hayal kuramadığımız için, geleceğimizi inşa etmek yolunda proje de üretemiyoruz. Ufkumuz kapanık, gözümüz bulanık, çevremiz fesat dolu ve herkesin eli kirli çamaşırlar içinde… Dostluklar ve dava arkadaşlıkları rafa kaldırılmış, kimse birbirini sevmiyor.



Biz milliyetçiyiz, ama başka milletlere de nefret duymayız. Hiçbir bir millet ve toplumu da aşağı görmeyiz. Vatanımızı, yaşadığımız toprakları severiz, her şeyden de çok milletimizi evet Türkmenleri severiz… Bir Türkmen’in parmağının incinmesi, bizim kalbimizi kanatır. Bunu diyebilmek güzel de, bu duyguları yaşamak esastır.



Bir zamanlar vatan, millet, Sakarya diye bu ulvî duygulara alay edenleri; bizim karnımız böyle şeylere toktur diyenleri de biliriz. Menfaatleri uğruna vatan-millet toplantılarının ön sıralarında oturmak için, işi pişkinliğe vuranları da çok görmüşüz ve iyi tanırız. İşin en güzel tarafı bunları bizim Türkmen toplumu da çok iyi bilir ve tanır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.Bin yılı aşkın bir zamandan beri Türkmen toplumu, yaşadığımız bu topraklarda var olan, yaşayan, ayakta duran insanlar bizim kardeşimizdir. Bin yıl boyunca bu topraklarda olup biten her şey, bin yıl boyunca bu topraklar üzerindeki maceramız, iyi tarafı ve kötü tarafıyla bizim tarihimizdir. Bu tarih şeref ve şan ile doludur. Bu tarihî macera bir bütündür ve geçmişimizdir. Tarihimizde bize ihanet edenleri, bizi arkadan vuranları biliriz ve iyi tanırız. Allah’a şükürler olsun ki, bugüne kadar kimseyi arkadan vurmamışız. Tarih sayfalarında Türkmenlerin ihanetini zikreden bir tek kelime yer almamıştır. Çok şükür tarihimizde utanılacak bir lekeli sayfamız yoktur.



Bizim vatan ve millet anlayışımızın ne olduğunu merak edenler için de açıklamak isteriz. Vatanımız Türkmeneli, Telafer’den ta Mendeli’ye kadar uzanır. Efkenni, Şeyh İbrahim, Reşidiye, Selamiye, Karakoyunlu, Karayatağ, Şennif, Gökçeli, Nebi Yunus bizim için vatandır… Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tazehurmatu, Kümbetler, Yayçı, Tirkâlan, Leylan, Tercil, Beşir, Çardağlı bizim vatanımız. Tavuk, İmam Zeynelabidin, Tuzhurmatu, Kifri, Amirli, Bastamlı, Yengice, Karanaz, Çardağlı, Muratlı (Süleymanbeg) ve bütün Bayat köyleri mukaddes vatanımızdır. Hanekîn, Karatepe, Kazaniye, Mendeli ve Aziziye vatanımızın hayırlı ve bereketli vatan topraklarıdır.



Bu coğrafyada yer alan dağlarımız, akarsularımız, yeşil ovalarımız bizim vatanımızdır. Türkmeneli’yi anavatan Türkiye’ye bağlayan Karaçuğ dağları, mor dumanlı Himrin dağları bizimdir. Dicle nehri, Zap suyu, Telafer’de Subaşı, Hasa Çayı, Aksu gözyaşlarımız kadar azizdir.



Telafer Kalesi, Erbil Kalesi, Kerkük Kalesi bizim vatanımızdır. Musul’un Ulu Camisi, Erbil’in Çöl Minaresi, Kerkük’ün Danyal Peygamberi, Tavuk’un Minaresi göğe doğru yükselen vatanımızın nişaneleridir. Sultan Saki, Yel İmamı, İmam Kasım, İmam Ahmet, Ocağ Tepesi, Hernüklü İmam vatanımızın ziyaretgâhlarıdır. Kerkük Kışlası, Topkapı, Yedikızlar, Kayseri, Nakışlı Minare, Helvacılar, Korya Bazarı, Cırıt Meydanı, Molla Kavun Camii vatanımızın adresleridir.



Destanlarımız, efsanelerimiz, hikâye ve atasözlerimiz vatanımızın sınırlarıdır. Vatanımız Kaçakaç destanı, Arzu-Kamber hikâyesi, Title-Bitle masalıdır. Biz vatanımızda türkülerimizle, hoyratlarımızla yaşarız. Yüreğimiz, dileklerimiz, düşünce dünyamız, gülmemiz, ağlamamız, kısaca kimliğimiz türkülerimizde saklıdır. Telafer’in Yırları, Erbil’in Kerem’i, Kerkük’ün Divanı, Tuzhurmatu’nun Kızıl’ı Matarı’sı bizim sınır taşlarımızdır. Baba bugün, bile yoldaş, kurban gene vatanımızın dilidir.



Vatanımız Rıza Abbo’dur, Şahaba’dır, Hacı Cemil Kapkapçı’dır, Erbilli Haydar’dır, Molla Taha’dır, Osman Teplebaş’tır, Mustafa Kalayı, Reşit Küle Rıza, İzzettin Nimet, Mustafa İlik, Abdülvahit Küzecioğlu, Abdurrahman Kızılay’dır. Şükür Hayara’dır, Malallah’tır, Topal Rıza, Molla Ali Merdan Miye’dir.



Vatanımızın baş tacı Fuzûlî’dir, Garibî’dir, Şeyh Fâiz’dir, Abdullah Safi’dir, Yakup Ağa’dır, Abdurrazzak Ağa’dır, Dede Hicrî, Mehmed Sadık, Reşit Akif, Esat Naip, Nazım Refik Koçak’tır, Ata Terzibaşı’dır.



Vatanımız Musalla Kabristanı, Şehitler Mezarlığıdır. Sıra dağlar gibi vatanımızı bekleyen şehitlerimizin şanıdır. Ata Hayrullah’dır, İhsan’dır, Cahit’tir, Avcı Kardeşlerdir, Cihat-Nihat Emel’dir. Abdullah Abdurrahman’dır, Nejdet Koçak’tır, Rıza Demirci’dir, Adil Şerif’tir; Halit Akkoyunlu, Mehmet Korkmaz, Yaşar Mehdi, Mehmet Reşit’tir. Mukaddes kitabımız Kuran’ımız, Hazret-i Peygamberimiz, mevlidimiz, tenzilelerimiz, ilahîlerimiz bizim vatanımızdır. Cennette şefaat dileklerimizin güvencesi vatana olan bağlılığımız ve sevgimizdir.



Amma da uzattın ha, demeyin lütfen. Saymakla tükenmeyecek kadar vatanımızın vazgeçilmezleri vardır. Ben saymaktan yoruldum, siz okumaktan yoruldunuz biliyorum. Sayamadıklarımız için ne olur kimse bana gönül koymasın. Bir iki cümle daha söylemek isterim.



Vatanımız Türkmeneli… Türkmeneli Vatanımız… Dostumuz var, düşmanımız var… Düşmanlar bildiğini eyler, ancak bizi dostlarımızın davranışları ve izleyecekleri yol yakından ilgilendirir. Yaptıkları hatalar hepimize zarar verir. Daha önce yapıldığı gibi bizlere çok zaman kaybettiren yanlış politikaların acısını çekmişiz; bunların tekrarından endişe ederiz.



Bizim topraklarımıza göz koyanlarla işbirliği yapmak, onların politikalarına destek vermek bizi yaralar, bizi incitir. Bundan üzüntü duyarız da fazla belli etmeyiz. Fikrimiz sorulduğu zaman da doğru bildiğimizi söyleriz. Ancak gözyaşımızı içimize akıtırız da açığa vurmayız. Duruşumuz yine dik olur.



Vatanımız Türkmeneli’yi ziyarete niyetlenen Türkiyeli konuklarımızı bekledik; bize şeref verecek olan siyasî büyüklerimizi karşılamak için yollara döküldük. Gözümüz yollarda kaldı. Gelmediler, gelemediler. Canları sağ olsun…



Onları yönlendirenler mi engelledi, önemli işleri mi çıktı, bilemem. Rivayet ve dedikodu üzerine yorum yapmak da, bizim millî terbiyemize uygun düşmez. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkmeneli’yi ziyaret etseler de, etmeseler de, Türkmenlerin Anavatan Türkiye’ye karşı olan sevgi ve saygıları eksilmez. Canları sağ olsun…



Vatanımız Türkmeneli’yi ziyaret etseler, ne kadar sevildiklerini, Türkmenlerin onları nasıl bağrına bastıklarını göreceklerdir. Gelmeseler de yine canları sağ olsun…



Biz yüz yıllardan beri vatanımız Türkmeneli’ndeyiz. Önümüzde daha nice yüz yıllar var. Her zaman bekleriz. Siz bizi unutsanız da, biz sizi unutmayız. Bizim sevgimiz geçici değil, ölünceyedir… Binlerce Türkmen bu sevda ile ömrünü tüketmiştir ve niceleri daha tüketmeye devam edeceklerdir. Yeter ki sizin canlarınız sağ olsun…



Evet, Türkmeneli vatanımızdır. Yalnız da, sahipsiz de kalsak, Allah’tan başka kimseden yoktur korkumuz. Çünkü biz: Baş eğmeyiz edâniye dünya-yı dûn içünAllah’adır tevekkülümüz i‘timâdımızdiyen Bakî’nin torunlarıyız.



Kaynak: Kardaşlık 49. sayı

jeudi 24 février 2011

Amnesty International: Authorities in Iraq urged to allow peaceful protests

AI : AUTHORITIES IN IRAQ URGED TO ALLOW PEACEFUL PROTESTS

AMNESTY INTERNATIONAL PUBLIC STATEMENT
Date: 24 February 2011
AUTHORITIES IN IRAQ URGED TO ALLOW PEACEFUL PROTESTS

Amnesty International has called on the Iraqi government and the authorities governing the northern Kurdistan region to allow peaceful protests and rein in their security forces ahead of nationwide demonstrations called for tomorrow, Friday, by groups calling for an end to corruption and better government services.

The organization made this call after Iraqi and Kurdish security forces were reported to have used excessive force against protests inspired by the events in Tunisia and Egypt in several parts of Iraq, including the Kurdistan region, leading to at least six deaths. In Baghdad, one activist involved in organizing a peaceful anti-corruption demonstration on 14 February, was detained and held at an unknown place for five days. There, Oday Alzaidy says, he was tortured with electric shocks.

Amnesty International urges the Iraqi and Kurdish authorities to ensure that excessive force is not used against protestors and, given the latest reports of abuses against detainees, to take concrete steps to end the pattern of torture that has so long persisted in Iraq.

Since the first demonstration on 14 February in Baghdad there have been spreading protests across Iraq by people calling for an end to corruption and for better public services, such as water and electricity supplies and other basic needs.

On 16 February three people were reported to have been killed and dozens injured when security forces opened fire on protesters in the city of Kut in Wasit governorate. There the protestors came onto the streets to demand an end to corruption and better services.

On 23 February, security forces raided the offices of the Journalistic Freedoms Observatory, a Baghdad-based NGO, after it called for a demonstration tomorrow in support of "free speech and media freedom".

In the northern Kurdistan region, three semi-autonomous provinces ruled by a coalition of Iraq’s two main Kurdish parties, a 15-year-old boy was among three people killed by armed militia of one of those parties, the Kurdistan Democratic Party (KDP), in Sulaimaniya. Again, the protestors were demanding an end to corruption, said to be rife in the Kurdistan Region of Iraq.

There have also been attacks on the media – the headquarters of a newly established TV and radio station were burnt down - and further demonstrations took place in Suleimaniya on 23 February. This remained peaceful, despite a large security forces presence, after members of local NGOs known collectively as the White Group stood up between the army and the protestors and offered flowers to the soldiers.

ENDS/Public DocumentInternational Secretariat, Amnesty International, 1 Easton St., London WC1X 0DW, UK www.amnesty.org

ا


لعدد 237
التاريخ : 23 شباط 2011
الموضوع بيان


الجبهة التركمانية العراقية تطالب جماهيرها بالهدوء و توخي الحيطة و الحذر


استادا الى الاجتماع الموسع الذي عقدته رئاسة الجبهة التركمانية العراقية مع مسؤلي مكاتبها في كركوك و مسؤولي منظمات المجتمع المدني التركمانية في الساعة العاشرة من صباح الأربعاء 23 شباط و استمرت لأربع ساعات لمناقشة الأوضاع في العراق عامة و كركوك خاصة، اصدرت البيان التالي
تؤكد الجبهة التركمانية العراقية بأنها كانت و ما تزال ضد الفساد الذي يحاول القضاء على مفاصل الدولة و انها تستمر في مطالبتها بتعديل الدستور الذي يعمق الطائفية و المحاصصة و ملغوم بمواد قد تؤدي الى تقسيم العراق، و تؤكد بأنها طالبت و تطالب بحكومة قوية لأهميتها و ضرورتها لبناء دولة حديثة و البدء باعمار حقيقي، و بأنها طالبت و تطالب بتوفير الخدمات العامة و التي تشكل حقوقا اساسية للمواطن و من بينها فتح باب التعيين للعاطلين عن العمل او البدء بمشاريع تستوعب هؤلاء العاطلين للتقليل من مستوى الفقر و نسبة الذين يقبعون تحت خط الفقر، و بأنها استمرت تقف الى جانب المواطن الصابر الذي ينادي بعراق قوي و موحد ارضا و شعبا و مستقر و آمن
لكنها تؤكد في الوقت نفسه ان العمل على استقرار العراق لا يعني القيام بممارسات قد تؤدي الى عدم الاستقرار
و لأن الوضع في كركوك خاصة يختلف عن المحافظات العراقية و تعاني من انعدام الأمن و الأمان و ، لذا فان الجبهة التركمانية العراقية تطالب قاعدتها الجماهيرية بالهدوء و توخي الحيطة و الحذر


الجبهة التركمانية العراقية - الدائرة الإعلامية
ـــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــ

العنوان: كركوك- طريق بغداد-
قرب بناية المحافظة




Adres:Kerkük. Bağdat yolu. Valilik binası yanında
media@yahoo.com
Itc_media@yahoo.com

الجبهة التركمانية العراقية تنفي ادعاءات أكراد الحزبين و تعتبرها تهديدا علنيا




العدد 238
التاريخ : 24 شباط 2011
الموضوع بيان

الجبهة التركمانية العراقية تنفي ادعاءات أكراد الحزبين و تعتبرها تهديدا علنيا


بدءا تؤكد الجبهة التركمانية العراقية بأن النواب الأكراد عن كركوك في مجلس النواب لا يمثلون اهالي كركوك كلهم و لا يحق لهم ان يصدروا بيانات او يعقدوا مؤتمرات صحفية باسم اهالي كركوك، و هم لا يمثلون كل الأكراد ايضا، انما يمثلون اكراد الحزبين الكرديين المهيمنين على مقدرات الشمال العراقي و كركوك. و استنادا الى البيان الصادر عن المؤتمر الصحفي الذي عقده النواب خالد شواني و نجم الدين كريم و ليلى حسن و المنشور على المواقع الكردية هذا اليوم الخميس 24 شباط، و الذي يدعي " الكشف عن مخطط للشوفينين يستهدف تخريب الوضع في كركوك" و اشاروا الى الجبهة التركمانية العراقية كجهة (متطرفة). و نقل البيان عن خالد شواني بأن هذه " الجهات ( و يقصد الجبهة التركمانية العراقية و المجلس السياسي العربي) تحاول تحقيق اهداف سياسية عن طريق التظاهرة، مثل طرد الأسايش و الضباط الأكراد من شرطة كركوك و بالتالي محو الادارة الكردية من المحافظة. و ان هؤلاء يريدون عن طريق التظاهرة الهجوم على المؤسسات الحكومية و الامنية و الخدمية في كركوك! و ان ما يريد الشوفينيون القيام به يوم الجمعة مخالف للدستور و محاولة لمحو الادارة الكردية في كركوك و نحن لن نقبل بذلك". و استنادا الى ما سبق، فأن الجبهة التركمانية العراقية ترى في هذا البيان تهديدا واضحا و انها تحمل النواب الذين وردت اسماءهم و حزبيهما مسؤولية اية اعمال عنف ستستهدف المواطنين التركمان و المقرات الحزبية التركمانية و الدوائر الرسمية و المنازل الآمنة و تؤكد انها لن تقبل بتمرير مخطط ابعاد المشاكل بين الأحزاب الكردية و افرازات مظاهرات السليمانية الى كركوك في محاولة لابعاد وسائل الاعلام عن هذه المشاكل الداخلية الكردية- الكردية و تؤكد ان وجود عناصر الأسايش و البيشمركة غير قانوني و غير دستوري في كركوك و ان قضية كركوك المختلقة سيحلها القانون و الوثائق التاريخية و تعديل الدستور. و تؤكد الجبهة التركمانية العراقية بأنها تحتفظ بحقها القانوني في الرد على النواب الذين وردت اسماؤهم قضائيا


ـــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــ


Adres:Kerkük. Bağdat yolu. Valilik binası yanında
media@yahoo.com
Itc_media@yahoo.com

mardi 22 février 2011

Demonstrators in Suleymaniya Northern Iraq chanting Freedom, Change and Go Barzani!

Kurds take fight to London embassy

"The British and US government want to present the KRG as a success to legitimise their wars, but here is the reality. There is rising unemployment, the government has no respect for women's rights or workers' rights. People are angry,"

http://www.morningstaronline.co.uk/index.php/news/content/view/full/101398
Monday 21 February 2011
by Louise Nousratpour

Dozens of solidarity activists protested outside the Kurdish Regional Government (KRG) in London today following the recent killing of demonstrators in Iraqi Kurdistan.
The rally ended a 48-hour protest triggered by the tragic events in Iraq's semi-autonomous Kurdistan region last Thursday.

According to latest reports, up to nine people were killed and dozens injured when the ruling Kurdistan Democratic Party (KDP) opened fire on hundreds of demonstrators who were barricading its premises in Sulaimaniyah and demanding democratic reform.
Inspired by revolutionary events in countries across the Middle East, the protesters wanted an end to government corruption and mass unemployment.

Organisers of today's protest in London warned that the KDP had increased the presence of armed militia in all cities across Kurdistan.

Dashty Jamal of Freedom Umbrella - a coalition of British-based Kurdish organisations and supporters - called on the KRG to release all those arrested during last Thursday's demonstrations and bring the militia responsible for the killings to justice.

"The British and US government want to present the KRG as a success to legitimise their wars, but here is the reality. There is rising unemployment, the government has no respect for women's rights or workers' rights. People are angry," he said.

"Protests have since spread across Iraqi Kurdistan as people call for increased freedom and civil liberties, jobs and an end to political corruption," he said.

"The ruling parties have responded to this by increasing the presence of armed militia in cities

and shooting on more demonstrators and arresting activists."
Refering to KDP rule since 1991, Mr Jamal added: "People in Kurdistan are fed up with 20 years of military dictatorship."
louise@peoples-press.com

dimanche 20 février 2011

Qoyrat (Hoyrat) Beshiri, Abdul Wahad Ahmad





Abdul-Wahad_Ahmad_-_Qoyrat-Beshiri.mp3
Download (4.4MB)

This piece is an example of a particular type of long-form song of Iraqi Turkmen, called qoyrat (also commonly spelled hoyrat, but pronounced khoyrat). The qoyrats are formed around a 4-line quatrain and defined by their style. This one is in the beshiri (beşiri) style.
Qoyrats are also sung by Turkmen in Southern and Southeastern Anatolia – it’s a style similar to the bozlak, another epic folk song type from the region. In Turkish musical parlance qoyrat could be described as uzun hava – a free-rhythm song that could also be a lament, a poem, a play on words, or a wail. The term qoyrat in Turkish actually means “vulgar” or “boorish” – though this piece is anything but. Beginning with the strains of a typical sounding Middle Eastern ensemble, with qanun, violin, flute, and percussion, the vocals soon take over.
It is a powerful love song and lament – sung in Turkish, albeit in a Turkish that might sound strange, or indecipherable, to a Turkish-speaking teenager of today. There are universally recognizable moments, however – for instance, when the singer, Ahmad, exclaims “aman aman” mid-way through the song…”aman” being understood from the Balkans to the Indian Ocean as an exclamation of grief and suffering.
Abdul-Wahad Ahmad was known as “Abdülvahit Küzecioğlu” in Turkey. Born in 1924 in Kirkuk, Ahmad had a lengthy recording career, even recording for the BBC. He died in 2007.

samedi 19 février 2011

Iraq Roiled by Protests, 2 Killed in Sulaimaniya

Iraq Roiled by Protests, 2 Killed in Sulaimaniya
Posted on 02/18/2011 by Juan Cole -Informed Comment

What I can’t understand is, if the American Right Wing were correct that George W. Bush was ‘right’ in trying to kick start democracy in the Middle East by invading and occupying it, then why would it be necessary for people to demonstrate and burn government buildings in… Iraq? And why have 5 people been shot down for demonstrating in two days in Iraq, as many as in the repressive monarchy of Bahrain?

Iraqis have been demonstrating against the al-Maliki government and lack of services for two weeks now. But on Thursday, a wave of rallies swept the country from north to south, leaving two dead in Sulaimaniya and government buildings torched elsewhere.

Al-Hayat reports in Arabic that in the city of Kut in Shiite south Iraq (the capital of Wasit province), crowds threatened the provincial headquarters. This action came a day after they had burned down the provincial council building and saw 3 protesters killed by security forces.

Euronews has video of Wednesday’s events in Kut:
The Iraqi parliament set a discussion of the protests for Saturday, while Prime Minister Nuri al-Maliki warned that unnamed sinister forces were attempting to divert the legitimate demands of the people to unstated nefarious purposes.

In Kut on Thursday, dozens of demonstrators gathered in front of the mansion of the governor of Wasit Province, demanding the removal of the local governor. They demanded better government services, an end to administrative corruption (constant demands for bribes by provincial officials to do their jobs), accountability for the corrupt, and jobs. On Wednesday, police had shot dead three protesters and wounded more in Kut after they had set fire to a government building.

On Thursday, in the town of Nasar in Dhi Qar province, 490 km south of Baghdad, police chief Sabah al-Fatlawi said that a curfew had been implemented after government buildings were burned.

Also on Thursday, some 600 demonstrators in the southern port city of Basra in Iraq rallied in front of the provincial governor’s mansion, demanding his resignation over failure to provide basic services. They were pushed back by police.

Al-Hayat says that medical officials announced that two persons had been killed and more than 30 wounded in Sulaimaniya when a crowd of some 3000 came out to demand that the Kurdistan Regional Government address problems of unemployment and undertake to improve the situation in the region. The demonstration was sponsored by “The Network for Safeguarding Rights and Liberties,” which was protesting the authoritarian rule of the two Establishment Kurdish parties that make up the Kurdistan Alliance. Iraqi political parties are patronage machines that leave non-members on the outside and sometimes destitute. They demanded a change in government and an end to corruption.

On Monday, Shiite clerical leader Muqtada al-Sadr had called for peaceful demonstrations against what he called the continued American occupation of Iraq. Sadrists have probably been key to the demonstrations in the southern Iraqi cities.

lundi 14 février 2011

The Ongoing Government-Formation Process in Iraq: Phase 2 Completed, by Reidar Visser

By Reidar Visser (www.historiae.org)
13 February 2011

Excerpt:

“A law passed in early January set a ceiling on a maximum three vice-presidents, but Talabani has recently begun calling for a fourth Turkmen deputy to be included alongside his current nominees for the post (Tariq al-Hashemi of Iraqiyya, Adil Abd al-Mahdi of ISCI and Khudayr al-Khuzai of the Daawa/Tanzim al-Iraq). This move met with resistance from both Maliki and those who thought more vice presidents would just be a waste of money, so on today’s agenda was only a motion for parliament to confirm Hashemi, Abd al-Mahdi and Khuzai.

However, in today’s session, a temporary alliance that had warmed up to Talabani’s ideas for a Turkmen vice president – consisting reportedly of the Kurds, Iraqiyya and the Sadrists and hence somewhat reminiscent in composition of the opposition that Maliki was facing in early 2010 – tried to press for the vote on the presidential deputies to be conducted individually, with a tacit understanding that Khuzai might be voted out to leave room for a Turkmen.

Maliki’s allies reacted to this, and with some reason since the relevant law just talks about a “nomination” (tarshih) by the president to be confirmed by parliament, which sounds pretty much like a singular bundle of names and a single vote. At any rate, on tomorrow’s parliamentary agenda is included a vote on an amendment to the law on the presidential deputies that will likely create a fourth deputy and thereby highlight the institution of the presidency as playground for those who want to highlight the consociational aspect of Iraqi democracy, i.e. ethno-sectarian quotas.”

To read the article please click on: http://historiae.org/ministries.asp

Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Dr Hicran Kazancı ile Söyleşi




Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Dr Hicran Kazancı ile Söyleşi

- Sayın Hicran Bey, bize yani Türk dünyasına, Türkmen kamuoyuna özgeçmişinizden söz eder misiniz? Mesela Kerkük’ün hangi semtinde doğdunuz, okul eğitiminiz nerede başladı, nerede tamamlandı, Türkmen davasıyla ilk tanışmanız nasıl oldu kısaca anlatır mısınız?

- 1965 yılında Kerkük’ün Piryadi mahallesinde dünyaya geldim, ilköğrenimime Hicri Dede ilkokulunda başladım daha sonra Musalla ilkokuluna geçtim ve buradan mezun oldum. Orta ve lise eğitimimi Kerkük’te bitirdim, yüksek eğitimimi de Musul Üniversitesinde Tarım Ekonomisi bölümünde tamamladım. 1994 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından Türk Devlet ve Topluluklarına tanınan Türkiye’de burslu öğrenim görme hakkından yararlanarak 1995 yılında Türkiye geldim. Böylece yüksek lisans ve doktoramı Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Fakültesi’nden 2003 yılında almış oldum. Türkiye’de gördüğüm eğitim süresince, Irak Türkmen Cephesi’nin değişik kademelerinde çalıştım. Türkmeneli Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, ITC Ankara Temsilciliği’nde Temsilci yardımcısı ve siyasi danışman görevlerinde bulundun. Yine aynı yıllarda siyasi bilimler alanında çeşitli akademik eğitimler aldım, 2001 yılında Bilkent Üniversitesi’nde “Partileşme ve Teşkilatlanma” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2003, 2005 yıllarında “Liderlik ve Partileşme” , “ Liderlik” konulu kurslar gördüm. Türkiye Ulusal güvenlik Stratejiler Merkezinde Ortadoğu sorumlusu olarak göreve başladım iki buçuk yıl çalıştım. Bu arada Irak’ta yeni gelişmeler oldu. 2005 yılı başında Irak Türkmen Cephesi’nin başkanlığına Sayın Sadettin Ergeç seçildi. Başkan Sadettin az bir zaman sonra ITC listesinden Kerkük Milletvekili olarak Irak Parlamentosu'na girdi. 2006’da Irak’a döndüm ve Irak Türkmen Cephesi’ Genel Başkanı Sadettin Ergeç’in danışmanlığını yaptım, bu görevim 2007 yılına kadar devam etti. Daha sonra ITC Türkiye Temsilciliği Dış ilişkiler Sorumlusu görevine atandım. Bu görevim sırasında da siyasi eğitimlerime devam ettim. İstanbul’da Bahçeşehir Üniversitesinde 2007 tarihinde “9. Global Liderlik Forumu”, “Orta Doğu Araştırmaları”, “Uyuşturucu ve Terör ”, 2008 yılında ise Amerika Washington DC de “Eğitim” konulu beş buçuk altı ay civarında bir kurs gördüm.
- Yine Bahçeşehir Üniversitesinde 2008-2010 yılları arasında “Kriz Yönetimi ve Psikoloji-2008”, " Siyaset Okulu– Nisan 2009”, “Diplomat Okulu–2009 “ ”, “Global Liderlik Forumu –2010” gibi eğitim merkezlerinde kısa ve uzun süreli birçok sertifikalı kurslar aldım. Birkaç ay önce Irak Türkmen Cephesi’nin Türkiye Temsilciliğine atandım. Şöyle baktığınız zaman şahsen1994 yılından bugüne kadar Türkmen siyaseti içerisinde aktif görevler, eğitimler aldım.

- Evet, özgeçmişe bakıldığı zaman, Türkmen siyasi sahasında herkese kolay kolay nasip olmayan parlak bir geçmişinizin olduğu görülüyor, bunu neye borçlusunuz? Bu kapsamda kendinizi nasıl tanımlarsınız?

- Kendimi şöyle tarif edebilirim, Türkmen hareketinin omurgasından çıkan, şuna buna bağlı olmayan, Türkmen davasına gönülden bağlı olan bir kişi olarak görüyorum.

- Irak Türkmen Cephesi’nin Türkiye Temsilciliğine resmi olarak hangi tarihte atandınız?

- 23 Haziran 2010’da resmen atandım.

- Atanmanız konusu bir süreliğine gizli tutuldu, yayımlanmadı, daha doğrusu haber dahi edilmedi sizce sebebi ne olabilir?

- Hayır, atama yazım geldikten sonra ben hemen göreve başladım.

- Siz başladınız ama herhangi bir site de Dr. Hicran Kazancı Türkiye Temsilciliği Başkanlığına getirildi diye Irak Türkmen Cephesi menşeli resmi bir yazı yayımlanmadı?

- Şöyle diyeyim, atanmam konusundaki resmi yazı elime gelir gelmez, ben o yazıyı prosedür olarak resmi kurumlara, haber ajanslarına ve bütün sitelere fakslayarak bildirdim. Bir takım resmi kurumlardan tebrik geldi. Ama sizin kastettiğiniz sitelerde yayımlanmaması o site editörlerine bağlı bir durumdur.

- Peki, yayımlayan bir site oldu mu?

- Haber ajansları hemen yayımladı, mesela İHA’ CİHA’ da yayımlandı.

- Yani bir gazete de bile olsa haberin kaydı var diyorsunuz, hâlbuki ben atanmanızla ilgili bir habere rastlamayınca, bazı çekinceler mi var? Diye düşünüyordum böyle bir şey yok yani.

- Çekinceler yoktu ama biliyorsunuz her dönemde her platformumda değişime karşı statükocular var ve buna karşı çıkabilirler. diğer konularda olduğu gibi benim atanmamda da normal bir süre oldu.

- Yanlış anlamayın resmi belgeleri arşivleyen birisi olarak soruyorum ben sadece sizin değil, diğer Türkiye temsilcilerimizin de resmi atanma yazısına rastlamadım. Mesela Sayın Sadun Köprülü’ün resmi bir atanması var mıydı?

- Vekâleten evet

- Anladım, asaleten de var mıydı? Yani ITC Türkiye Temsilcisi olaraktan var mıydı?

- Hayır, yoktu çünkü atanmamla ilişkili bir resmi yazıda: “Bir süreden beri Sayın Sadun Köprülü Beyin vekâleten yürüttüğü ITC Türkiye Temsilcisi görevi sona ermiştir” deniliyordu.

- Ben bu açıklamanızdan şunu anlıyorum; Türkmen sitelerinde uzun bir süre dedikodulara sebep olan sözde Sayın Köprülü yerine atanmanız ile ilgili haberlerin doğru olmadığını, ITC’nin resmi yazısından da anlaşıldığı gibi siz, bir önceki Türkiye temsilci Sayın Ahmet Muratlı’nın yerine atandınız. Doğru anlamış mıyım?

- Doğru söylüyorsunuz, tespitiniz çok doğru, esasen ben bir önceki temsilcinin yerine atandım, ondan sonra bu Türkiye temsilciliğine asaleten kimse atanmadı. Bu görev Sayın Sadun Köprülü’ye en kıdem kişi olaraktan vekâleten verildi. Aslında bunu dillendirmek o kadar da önemli değil

- Tabii ki, ancak Türkmen kamuoyunu bilinçlendirme açısından önemlidir, yani şunu mu diyorsunuz uzun bir süre Türkmen sitelerini dolaşan atanmanız ile ilgili haberler, yazılar, yorumlar esastan doğru bir yaklaşım değildir.

- Hiçte doğru değil maalesef bir kısım Türkmen medyasının ve yazarlarının gerçekleri bilmeden böyle küçük işlerle uğraşması bizleri uğraştırması doğru bir yaklaşım değil. Tabii bütün bunlar bizleri üzüyor, medyamızın asıl görevlerinden biride tarafsız olmak, gerçekleri yansıtmaktır.

- Göreve atanır atanmaz bir sürü faaliyetlerde, bulundunuz, bunlardan biride temsilciliğin kapısını ardına kadar medyaya açmanız oldu. Özellikle Hürriyet muhabirine vermiş olduğunuz demeciniz yayımlandıktan sonra Türk medyasının üzerinizde ilgisi biraz fazla oldu mu?

- Evet, oldu, atanmadan sonra ilk mülakatım Hürriyet gazetesiyle oldu, Hürriyet muhabirine Irak Türkmenleriyle ilgili bazı gerçekleri anlattım. Biliyorsunuz Hürriyet gazetesi Türk medyasının omurgasını teşkil eden önemli bir gazetedir. Tabi gazeteciler söylemlerin realitesine bakarlar, doğruluğuna, samimiyetine. Bende öylesine bir mülakat yaptım, yayımlandı o biraz etki yarattı, ondan sonra diğer gazeteciler de gelmeye başladı.

- Gazetedeki demeçlerinizin birinde Türkiye Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olmak üzere birçok üst düzey Türk siyasetçilere nezaket ziyaretinde bulundum, Ancak başbakanla hala görüşmüş değilim dediniz. Türkiye Başbakanıyla da yakın zamanda görüşme ihtimaliniz var mı? Bu konuda bir talebiniz oldu mu?

- Şimdi, Hürriyet gazetesi muhabiri şöyle bir soru sordu “ atanmanızdan sonra, Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri bakanını ziyaret ettiniz mi? Hayır dedim, şimdilik yapamadım çünkü onlar Türkiye’nin çok boyutlu dış politikasıyla ilgilendikleri için böyle bir fırsatı yakalama şansım olmadı. Ancak uygun bir zamanda bu ziyaretlerimi yapacağım. Dedim. Tabi bu demeçten sonra Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve bazı Milletvekilleri ile görüştüm ama şu ana kadar Başbakanla bir görüşme şerefine nail olamadım. Başbakanımızın hal hazırda hem iç hem dış politikayla yoğun bir tempoda olduğunu görüyorum. Başbakanımız Ankara da bulunduğu sırada inşallah bir fırsatını bulup bu görüşmeyi de gerçekleştireceğim.

- Bu üst düzey siyasi görüşmeleriniz programında muhalefet lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da var mı?

- Tabi o da var diğer Parti liderleri de var, BDP hariç Türkiye Büyük Millet Meclisinde sandalyesi bulunun tüm partilerin liderleriyle, milletvekilleriyle, temsilcileriyle görüşmek istiyorum.

- Hürriyet gazetesinde çıkan yazıda çok önemli bir konuyu gündeme getirdiniz? “Kürt liderlerle niye görüşmüyorsunuz sorusuna kaşın “Herkes Kürtlerle görüşüyor ancak biz görüşmüyoruz” dediniz ve bunun sebeplerini Kerkük sorununa bağlayarak“ Kerkük’ ün aidat konusunu bir tarafa bırakalım diğer ortak paylaşım için bir ara gelelim” diye bir öneri de bulundunuz. Bu nasıl olacak, biraz daha açar mısınız?

- Bakınız Cengiz Bey, Irak’ta karışımıza “Türkmen Cephesi Kürtlerle görüşmüyor “ diye bir tablo çıkıyor. Oysa Kürtlerle herkes görüşüyor en son KDP’nin kurultayına baktığınız zaman Irak’ın bütün siyasi Parti liderleri, temsilcileri, hükümet erkânı hepsi ordaydı. Son seçime bakıldığın da Kürt Partileri kilit rol oynadılar oynamaya da devam edecekler. Biliyorsunuz son Erbil toplantısından sonra Irak hükümeti oluşturuldu. Şimdi onlarla herkes görüşüyor sanki bir biz görüşmüyoruz böyle bir şey yok. Biz Irak’ın tüm siyasi gruplarıyla masaya oturmaya hazırız. Bu Araplar olur, Şiiler olur ve yahut Kürtler olur herkesle görüşmeye hazırız. Ancak burada aidatı açığa çıkmayan ihtilaflı bölgeler var, 2003 tarihinden beri bu bölgelere bir nüfus kaydırmaları var ve bunun başını teşkil eden Kerkük sorunu var, Kerkük’ün içerisindekine baktığın zaman idari kurumlar da Kürtlerin üstün hâkimiyeti var. Amerikan’ın eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in 60’lı yıllarının sonuna doğru etnik mezhep çatışmalarına atfen ünlü bir sözü var “ Etnik mezhep çatışmalarının çözümünde iki yol var. Bir: Çatışırsın, güçlü zayıfı bitirir. İki: Eşit şartlarla masaya oturulur çözüm aranır ” diyor. Şimdi 21. yüz yılda böyle bir çatışma olması imkânsız. Ne bunu Türkmenler ister nede Kürtler nede uluslararası güçler buna izin verir. Bu olmayacağına göre ikinci çözüm olacak yani eşit şartlarla masaya oturup anlaşmamız lazım. Ancak biz Türkmen grupları olarak ne yapmamız gerekir benim söylemim şu; öncelikle eşit şartları sağlamak için masaya oturmamız lazım. Yani Kerkük’ün aidatı şuraya aittir buraya aittir söylemini geri bırakalım. Çünkü Kerkük meselesine baktığınız zaman küçük bir mesele değil, sadece oradaki yaşayan etniklerin sorunu değil. Onların etnik sorununun yanında merkezi hükümet arasında bir sorun artı Irak’ı çevreleyen komşu ülkeler arasında bir sorun artı egemen güçlerin arasında bir sorundur, dolayısıyla bizim bu görüntüyle fazlaca boğuşmamız lazım. Kerkük’ün asıl sorunu egemen güçlerin çıkar çatışmasından doğan bir sorundur. Çıkar çatışmasından doğan o sorunun çözümünde biz Türkmen’ler olarak tavrımızı biran önce belirlememiz lazım. Yani masanın üstündeki örtüyü kaldırıp altına bakmamız lazım. Şimdi birisi çıkıp sorsa peki “Kerkük’te bir nüfus kaydırması var mı? Var. Kerkük’ün idari yapısı değiştirildi mi? Değiştirildi. Kerkük belli bir etnik grubun egemenliğinde mi? Evet. Bunların çözümü için eşit şartları sağlamak için masaya oturmamız lazım. Eşit şartların en başlangıcı idari yapıdaki % 32 paylaşımı dediğimiz. Türkmenler Araplar Kürtler ve artı %4 Hıristiyanlar. Tabi bunun uygulanmasın da şu sorunda çıkıyor. Mesela biz yukarda ki üst düzeydeki kurumları söylüyoruz, onlar ise eğer paylaşımı %32 yaparsak bütün kurumlarda yapmamız gerekir mesela petrol şirketindeki memurdan işçisine kadar her alanda uygulansın diyorlar. Bunun o kadar sorun teşkil etmemesi lazım buda masaya yatırılır ortak bir çözüm bulunabilir. Benim orada ima ettiğim budur yani masaysa oturarak çözülmesi lazım. Bir de şu var yani siz KYB’le görüşüyorsunuz, kurultayına da gidiliyor, nezaket ziyaretinde de bulunuyor güzelde diğerleriyle de görüşmeniz lazım. Şimdi biliyorsunuz orada onlarında etkinlikleri var onlarla da görüşmeniz lazım, yani orada dengeyi tutturmamız lazım. Şurada şunun altını da çizmek istiyoruz tabii biz Türkmenler olarak kırmızı çizgimizden taviz vermeden her grupla görüşmeye hazırız.

- Barzani geçmişte Kerkük’ün aidatı konusunda ilginç bir iddia da bulunmuştu ve Kerkük’te tek bir Kürt dahi olsa bile bu ilin coğrafi olarak kendi bölgelerinin sınırları içinde olduğunu vurgulamıştı. Şimdi farzımuhal Barzani grubuyla ortak paylaşım için masaya oturduk ve geçmişte olduğu gibi Barzani’nin bu söylemi masaya getirilirse, onlara biz Kerkük için Türkmeneli’nin başkenti diyoruz sizde ne derseniz deyin mi diyeceğiz? Siz sizinkini, biz bizimkini söyleyelim bazda mı olacak?

- Şöyle söyleyebiliriz, ihtilaflı bir bölge de biri çıksa bir görüşü savunsa, mutlaka bir diğeri de çıkar karşı görüşü savunur. Fakat o ateşli söylemler bence geçmişte kaldı. Şimdi Irak’taki tüm siyasi aktörlere baktığınız zaman artık o ateşli söylemlerden vazgeçtiler. Niye, çünkü bu semboller üzerinden siyaset yaparak bir yere varılmadığını gördüler. Özellikle de Kerkük’ün sorunu siyasi bir sorundur tüm grupların anlaşmasıyla ancak çözülebilir. Gruplar bu işi tırmandırarak çözemez, o söylemler bence geçmişte kaldı. Şimdi bu gruplardan farklı olumlu mesajlar almaktayız. Bunlardan biri Kürt yerel yönetimde başkan yardımcısının mutlaka Türkmen’den olsun, Irak Cumhurbaşkanlığının üçüncü yardımcısı Türkmenlerden olsun diyen yine kendileridir bunlar güzel demeçlerdir. Tabi önceden bunlar söylenmiyordu.

- Gazetedeki demeçlerinize dönersek yine manşetlik bir demecinizde şöyle diyorsunuz: 2003 yılında Kürt bölgesini tanısaydık Kerkük’ü kurtarırdık” Nasıl olurdu bu konuya biraz değinir misiniz?

- O tarihlerde Irak Muhalefeti, Amerikan’ın Irak temsilcisi Zalmay Halilzad öncülüğünde Erbil Selahattin bölgesinde toplantılar düzenledi. O toplantıda Saddam sonrası konuşuluyordu ve yeni Irak’ı yönetecek grupların arasında Şii, Sünni Araplar, Kürtler bir de Türkmen’ler olacak deniyordu. Ancak Türkmenlerin bu gurupların arasında olması için Irak’ın anayasasında bile yer alan Kürt muhtariyetinin Türkmenler tarafından tanıması isteniliyordu. Türkmenler ise bunu kökten reddediyordu. Bundan dolayıdır bizde sürecin dışında kaldık. Surecin dışında kaldığın zaman, sizin yokluğunuzda Irak’ın geleceği ile ilgili bir takım kararlar alınıyor ve sizde bu kararların alınışında olmadığınız için aleyhinize alınan kararlardan ne haberiniz oluyor nede karşı koyma imkânınız olabiliyor. Ama o süreçte siz olduğunuz zaman sizin aleyhinize o kararlar alınamaz benim kastettiğim bu. Şayet o sürecin içinde olsaydık, o tarihlerde Kerkük’te vukuu bulan ne nüfus daireleri yakılırdı, ne Kerkük 9 Nisanda yağmalanırdı nede Türkmenlerin arazilerine el konulurdu. Bunların %100’ü olmasa bile en azından %90’ı gerçekleşmezdi.

- Bunlara ilaveten meşhur 1 Mart Tezkeresi Türkiye parlamentosundan geçmiş olsaydı bütün o saydıklarınız olmazdı, Türkmen siyasetçilerimiz de bu kararın geçmesinden umutluydular geçmediği için başımıza bunlar geldi diyebilir miyiz?

- Ben buna tamamen katılmıyorum? Şimdi bakın 1 Mart tezkeresinin geçmemesi sayesinde Türkiye devleti Irak merkezli Ortadoğu’da etkin bir hale geldi. Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu’ya egemenken oralarda Türk bayrağı dalgalanırdı, niye çünkü oralara hakimdi ama şimdi hakim olmadan Türk bayrağı, hem de istenilerek dalgalanıyor bununda nedeni 1 Mart tezkeresinin onaylanmaması. 1 Mart tezkeresinin içeriğine baktığınız zaman şu ana kadar anlaşılmış değildir onun içindir ki bu tezkere reddedildi. Bu reddin neticesinde Türkiye’nin, Irak genelinde’ belirgin bir saygınlığı vardır.

- Yine flaş demeçlerinizden biri şöyleydi: ABD izin verdi ama biz silahlı bir güç oluşturmayı beceremedik. Böylesine ağır bir özeleştiriyi bugüne kadar ne bir siyasetçimizden nede entelektüel bir Türkmen’den duyduk? Bu konuda da bizi aydınlatır mısın? Buna ilaveten Türkmenlerin hala bir askeri güce ihtiyacı var mı? Sorusuna yanıtınız ne olur?

- Şimdi sondan başlayalım, Türkmenlerin hala bir askeri güce ihtiyacı var mı? Evet, var, ama öyle bağımsız silahlı milisler olarak değil. Şimdi artık taşlar yerinde oturmaya başladı. Irak’ın devlet olma yolundu bir anayasası var. İşte o anayasa çerçevesi içinde silahlanabiliriz nasıl mesela orada silahlı kurumlarımız var polis teşkilatlarımız var, ordumuz var bunlarda orantılı temsil edinme hakkımız var. Burada yine % 32 paylaşımı kendiliğinden bu elzem ihtiyacı karşılayabilir. Devletin tüm silahlı teşkilatlarında belirgin bir katılımımız olunduğunda bu sıkıntı da eski dönemlerde olduğu gibi güvenlik sıkıntımız da kendiliğinden çözülür. Sorunuzun birinci bölümüne gelince evet 2003 sonrası Türkmenlerin durumunu değerlendirmek için daha öncesine bakmamız lazım. Eskiden beridir Türkmen siyaseti hep Ankara ve İstanbul odaklı yürütüldü ve orada işte yanlış yapıldı. Türkmenler olarak biz 80’li yıllara kadar hep dernek, sivil toplum örgütleri çerçevesi altında Irak’ta Türkmen politikası yürüttük. Ama diğer gruplar bizden bir adım önde gittiler tabii kimi devletlerin desteğini alarak siyasi partilerini 80 öncesi yıllarda ilan ettiler. Bizim uzun yıllar siyasi söylemimiz şuydu Musul Kerkük Türkiye’nindir ve Türkiye’nin olacaktır bu söylem Irak’ın birçok yerinde aşırı tepkiye neden oluyordu. Aynı sebepten bütün Türkmenler diğer gruplarca önyargılı bir muamele ile karşılaşıyorlardı. Türkiye bizim siyasetçilerimize sakın bunu söylemeyin dedikçe bizimkiler bu söylemde ısrar ediyorlardı. Tabi bu tutum uluslararası ilişkiler bilgisinden mahrum olan siyasetçilerin yapacağı bir şeydir.

- Şimdi bu mülakatı ITC Türkiye Temsilciliği binasında yapıyoruz. Dört katlı bir bina sizde bu işin bilincindeniz bu görkemli binanın büyüklüğüne karşın Türkmenler yararına yapılan işlerin büyüklüğü sanki Türkmen kamuoyunda bilinmiyor. Binada bulunan “Kerkük Haber Ajansı” gibi önemli bir kurumun çalışmaları da Türkmenlere yansımıyor. Koca binanın çalışmaları Türkmen medyasına yansımıyor sadece Kerkük.net gibi bir sitenin varlığı söz konusudur. Sorum şu bu büyük binada yaptığınız işleri yeterli görüyor musunuz?

- Kendi adıma söylüyorum ben hiçbir zaman yaptığım işi yeterli görmüyorum daha fazla ileriye taşımak için çabalıyorum çünkü yapılan işler milletimize dönüktür ve milletimiz için ne yapılırsa azdır. Benim şahsi kanaatim elimizdeki imkânlar çok ama yapılan işler henüz azdır. Ama mutlaka istenilen seviyeye gelecektir. Şimdi bu binaya baktığınız zaman sadece Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği oturmuyor, bu büyük binanın tek bir katı temsilciğe aittir. Binanın giriş katında gördüğünüz gibi Kerkük Haber Ajansı idari birimlerine ayrılmıştır. İkinci kat bize aittir. Üçüncü ve bodrum katında da tamamen Kerkük Haber Ajansının stüdyoları barınmaktadır. En üst dördüncü kat ise misafirhanedir tabi bu misafirhane bütün Türkmenlere açıktır.

- Türkiye Temsilciliğine atanır atanmaz makam aracını hizmet aracı olarak belirlediniz, bundan ne gibi bir anlam çıkarmamız lazım.

- Benim şahsi kanaatim bizim burada saltanattan uzak durmamız lazım, size bu konudaki şahsi tespitimden bir örnek vereyim, İstanbul Bahçeşehir Üniversitesinde eğitim aldığım dönemde bu fırsattan yararlanarak İstanbul’un tarihi yerlerini gezmeye başladım. İki yer dikkatimi çekti biri Topkapı sarayı diğeri Dolmabahçe Sarayı, ikisine de gittim şunu gördüm ve tespitim şu oldu: Şimdi Topkapı sarayı çok basit mütevazi yapılmış ama Dolmabahçe sarayına baktığınız zaman çok şaşaalı, çok muhteşem Kristaller, altınlarla süslü. Bir bakıyorsun Topkapı sarayı Osmanlının en güçlü dünyaya hâkim olduğu dönemde yapılmış oysa Dolmabahçe sarayına bakıyorsun en çöküş döneminde yapılmış dolayısıyla saltanattan kaçınmamız lazım. Buradaki makam arcını temsilcilik işleri için kullanıyorum bunun dışında Türkmen vatandaşlarımın acil ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorum, gereğinde Türkmen hastalarının taşınmasında, kullandırıyorum onun içindir makam aracı yerine hizmet aracı tabirini tercih ediyorum.

- Birazda dayanışma toplantılarını irdeleyelim sanırım bu güne kadar ikisi İstanbul ikisi Ankara olmak üzere dört dayanışma toplantısı gerçekleştirmişiniz. Anladığım kadarıyla bu dayanışma toplantılarınız da Türkmen şahsiyetleriyle, dernek, vakıf ve diğer sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geliyor dertleşiyorsunuz. Bunu yaparken toplantı yerini şart koşmuyorsunuz bu toplantılar Ankara’da, İstanbul’da Kerkük’te olabilir diyorsunuz. Ben bütün bu yeni gelişmeden şunu anlıyorum: ITC bir açılım gerçekleştiriyor, Türkmen Toplumuna açılıyor kendini anlatmaktan ziyade onları dinliyor, fikirlerini, eleştirilerini önemle not ediyor kısacası ITC Türkmen toplumunun tümüne açılıyor, yeni bir politika üretmek istiyor: Böyle mi acaba?

- Şimdi Cengiz Bey siz de biliyorsunuz, Türkiye’de özellikle Ankara ve İstanbul’da tüm dış Türklerden önce Türkmenler yerleşmişlerdir. Buraya yerleşen çokça değerli ağabeylerimiz kardeşlerimiz var. Bunlar Türkmen davasına büyük katkılarda bulunmuşlar. Benim şahsi fikirlerimden biride birbirinden kıymetli bu ağabeylerimle bir araya gelmek bilgi ve deneyimlerinden istifade etmekti. Bunu nasıl yaparım nasıl ederim derken bu dayanışma toplantısı fikri hasıl oldu tabii bunu ITC merkezle de paylaştım Başkan Sadettin Bey dahil yetkililerimizden büyük destek aldım böylece işe koyuldum. Bu toplantıların amacı Türkiye’deki kurumlarımızla bir araya gelmek değil daha çok Türkmen ağabeylerle, şahsiyetlerle, kalem erbabıyla, yazarçizerlerle bir ara ya gelmek Türkmen gündemi, temsilciğimizin artıları, eksikleri ile ilgili fikirlerini dinlemek, önerilerini kayda geçmektir. Tabi bizim bu toplantılardaki asıl görevimiz bütün bu fikir ve önerleri dinlemek, not etmek ivedi bir şekilde önyargısız merkeze aktarmaktır. Hakkımızdaki soruları açık yüreklilikle, yanıtlamak yaptığımız faaliyetler hakkında bilgi sunmaktır. Dışarıdan nasıl algılandığımızı, tarafsız bir gözle sorgulamaktır, varsa kusurlarımızı elbirliğiyle gidermeye çalışmaktır. Dayanışma toplantılarımızın amacı kısaca bunlardan ibarettir. Bu bir açılım mı? Evet açılım denilebilir.

- Son sorumu sormadan izin verirseniz, ITC’deki değişimi nasıl algıladığımı ifade etmek isterim. Düne kadar ITC hakkında olumlu olumsuz fikirlerimi açık yüreklilikle kaleme aldım. Bu güzide kurumu daima üstün kıldığım için bunu yaptım ve bugüne kadar bu kurum hakkında etik olmayan tek bir kelime sarf etmedim daima şahıslar üzerinden eleştiri yaptım. Bun yaparken de ” dost acı söyler” deyiminden yola çıkarak eleştirisel yazılar yazdım, bundan dolayı haksız birçok ithama maruz kaldım. Yinede yazmaktan doğruları söylemekten geri kalmadım. Bugün ise ilk defa Türkiye Temsilciliği gibi ITC’nin yetkili bir kurumu tarafından fikir teatisi için ağırlandım, teşekkür ederim. Tabi ITC’de yaşanan bu değişimde sizin şahsi gayretlerinizin payı eminim ki büyüktür, verimli dayanışma toplantılarınız bunun en mümtaz delilidir. Bunun içinde size ayrıca teşekkür ederim. Türkmen kamuoyunu bilinçlendirme ve beklentilerini karşılama açısından soruyordum ITC Türkiye temsilciliğinde apaçık bir değişimin yaşandığı görülüyor, bu değişim ITC’de beklenen değişimlerin ilk ayağıdır diyebilir miyiz?

- Evet diyebilirisin

- Teşekkür ederim sağ olun

- Bende bu kış kıyamette geldiğiniz için size teşekkür ederim.

Cengiz Bayraktar-Gündoğdu- İzmit

jeudi 10 février 2011

ITF EU Representative, Dr. Hassan AYDINLI, attended the meeting on the Humanitarian Consequences of the Nagorno-Karabakh Conflict

Dr. Hassan Aydinli, ITF EU Representative and Mr. Ayhan Demirci, President of Azerbaijan- Belgium Friendship Association





Mr. Laszlo Tokes, Vice-President of the European Parliament, EPP-coordinator of the Human Rights Committee and Mr. Willy Fautré, Director of Human Rights Without Frontiers.

MEETING ON THE HUMANITARIAN CONSEQUENCES OF THE


NAGORNO-KARABAKH CONFLICT


AT THE EU PARLIAMENT IN BRUSSELS


on 9th February 2011.



The meeting was hosted by MEP Lazlo Tokes, Vice-President of the EU Parliament.




After the opening speech by MEP Lazlo Tokes, Mr. Willy Fautré, Director of Human Rights Without Frontiers, Brussels, made a presentation on IDPs in Azerbaijan: "From Nagorno-Karabah/Khojali to Baku".





On 26-31 January 2011, a three-member team of Human Rights Without Frontiers International conducted a fact-finding mission to Azerbaijan with the objective of investigating the current situation of the Internationally Displaced Persons (IDPs) in the country within the context of a protracted displacement crisis and the stalled peace process on the Nagorno-Karabakh conflict. The team visited IDPs dormitories and collective settlement centers located in Baku and at its outskirts. The mission's findings are based on household interviews with around 100 IDPs from Nagorno-Karabakh (Khojali and Shusha) and some of the adjacent occupied districts (Kelbajar, Agdam, Fizuli, and Zangelan). The interviews were conducted with a view to obtaining first-hand accounts of the challenges IDPs currently face and their priorities for addressing these challenges.






Internally displaced persons in Azerbaijan have lived in a virtual limbo over the past 20 years. Highly dependent on state aid and deeply traumatized by their conflict-induced displacement, they face huge obstacles - psychological, economic and social - that hinders their integration into local communities and the reconstruction of the life of their families These obstacles are aggravated by the lack of closure as regards the tragic events they experienced twenty years ago as well as the lack of prospects for the peaceful settlement of the conflict of Nagorno-Karabakh that would make the return to their lands possible.





During its mission to Azerbaijan, HRWF Int. realized how difficult it would be to disentangle the economic and social grievances of the internally displaced persons from the overall context of the armed conflict that has induced their displacement. These grievances cannot be redressed in the absence of clear prospects for the resolution of the conflict.




In his Presentation Mr. Fautré covered the following topics:



Background


Findings and Analysis


IDPs and Armed Conflicts


IDPs and Poverty


HRWF's Recommendations are:


The final resolution of the protracted displacement crisis in Azerbaijan is contingent upon the outcome of the peace process on the conflict of Nagorno-Karabakh that would make possible the return of IDPs to their lands. In line with the European Parliament Report on the need for an EU Strategy for the South Caucasus of the Committee on Foreign Affairs, HRWF International believes that the European Union should play an active role in providing political momentum to the peaceful resolution of the conflict of Nagorno-Karabakh.



Mr. Fautré ended his presentation by making specific recommendations.





The third speaker who made a presentation about IDPs was Mr. Scott Crosby, of Kemmler Rapp Böhlke & Crosby EU Law Office in Brussels.


The presentations were followed by a reception during which ITF EU Representative Dr Hassan Aydinli spoke with Mr. Togrul Malikov, First Secretary of the Embassy of the Republic of Azerbaijan to Belgium and Luxemburg and with Mr. Ayhan Demirci, President of Azerbaijan-Belgium Friendships.
With EU Lawyer Mr. Scott Crosby and HRWF's Director Mr. Willy Fautré, Dr. Hassan Aydinli spoke about the problem of the Turkmen IDPs in Iraq, informing them that since the 1980s many thousands of Turkmens had been forcedly displaced and dispersed all over Iraq under all sorts of pretexts by the former regime.


Dr. Hassan Aydinli informed them "that entire populations of Turkmen villages and towns: BESHIR, TIRKALAN, YAYCHI, BILAWA, TERJIL, TURKESHKAN, HAMZELI, YAHYAWA, TOPZAWA, had been evicted and that Turkmen towns around Mosul city had also been evacuated: Harabe, Gokcheli, Bazvaya, Qarateppe, and most of the inhabitants were forcedly deported to the Suleymaniyya province.

Dr. Hassan Aydinli explained what had happened to the 7.500 inhabitants of the large Turkmen agricultural village of BESHIR (which is situated 20 km to the South West of Kerkuk city):
In the early 1980s the Iraqi Security forces arrested hundreds of intellectuals from BESHIR accusing them of being activists in the outlawed Islamic Da'wa Party, over one hundred of these Turkmen intellectuals were later executed.

In 1986, while the young men of Beshir were fighting on the front in the war against Iran, their families were subjected to terrible human rights abuses: they were given 48 hours to pack their personal effects and leave their homes and were forcibly moved to some communal compounds which had been built in a rush to serve as 'transitional residence' on the road to Tikrit. Their houses were razed to the ground and their agricultural lands were later given to Arabs brought by the Ba'ath regime from the centre and south of Iraq, and to neighbouring Arab tribes, in application of a policy designed to arabise Turkmen towns and villages in KERKUK Province.
While each of these 'immigrant' Arab families were given 10.000 Iraqi Dinars (equivalent to 30.000 USD) as incentive to settle on Turkmen lands, the unfortunate Turkmens did not receive any compensation.

After a year spent in the communal compounds, almost all the Turkmen families from BESHIR were dispersed to several cities throughout Iraq: Basra, Diyala, Erbil, Kut...without being provided with housing and without being compensated by the government for the loss of their livelihoods, houses and agricultural lands. From being landowners and farmers they became refugees in their own country and were left completely destitute.


In 2003 when they U.S. occupied Iraq the displaced people of BESHIR thought things would change and many of them came and planted their tents around their village, hoping they would finally be able to move back on their ancestral lands, but unfortunately the Arabs who had been brought under the former regime refused to leave. As the Turkmens threatened to march on their village in order to remove them by force, the U.S. occupation authorities intervened and prevented them to enter the village. The U.S. led and controlled a "mediation" and later a Property Claims Commission was set up.


In 2005 the people of BESHIR took a lawyer and presented their files to the Property Claims Commission, giving copies of their deeds, in order to receive compensation and get back their lands which had been confiscated, but the Iraqi authorities are in no haste to process the files belonging to Turkmens, although the ordeals of the Turkmens of BESHIR are mentioned in the Preamble of the Iraqi Constitution together with the tragedy of the Arabs of AL-DUJAIL and the massacre of the Kurds of HALABJA.

Since 2005 only 2.000 files out of the 45.000 files belonging to Turkmens have been processed. Dr. Aydinli said that this is clearly a sign of discrimination against Turkmens as in Kerkuk, all the 'pending files' belong to Turkmens, and that all the Kurds who submitted their files have already been compensated."

Mr. Fautré and Mr. Crosby said they were interested to receive further information about the Turkmen IDPs, Dr. Aydinli told them he would keep them informed.

Armenia and Azerbaijan: Preventing War

INTERNATIONAL CRISIS GROUP - NEW BRIEFING

Europe Briefing N°60, 8 February 2011

Escalating front-line clashes, a spiralling arms race, vitriolic rhetoric and a virtual breakdown in peace talks increase the chance Armenia and Azerbaijan will go back to war over Nagorno-Karabakh, with devastating regional consequences.

Armenia and Azerbaijan: Preventing War, the latest policy briefing from the International Crisis Group, highlights the deterioration of the situation in the past year. Increased military capabilities on both sides would make a new armed conflict in the South Caucasus far more deadly than the 1992-1994 one that ended with a shaky truce. Neither side would be likely to win easily or quickly. Even if neither Armenia nor Azerbaijan is planning an immediate all-out offensive, skirmishes could easily spiral out of control.

“Ambiguity and lack of transparency about operations along the line of contact, arms deals and other military expenditures and even the state of the peace talks all contribute to a precarious situation”, says Lawrence Sheets, Crisis Group’s Caucasus Project Director. “Monitoring mechanisms should be strengthened and confidence building steps implemented to decrease the chance of an accidental war”.

Please click on the link below:
http://www.crisisgroup.org/

mercredi 9 février 2011

Attack on Iraqi Turkmen Front Office in Kerkuk - Kerkük'te bombalı saldırı

Irak'ın kuzeyindeki Kerkük kentinde, bomba yüklü 3 araçla düzenlenen saldırılarda ilk belirlemelere göre 2 kişi öldü, 15 kişi yaralandı.

Yetkililer ilk saldırının doğrudan bir polis memurunu, ikinci saldırının da polis devriyesini hedef aldığını söyledi. Üçüncü bombanın ise güvenlik güçlerine ait bir binanın önünde infilak ettiği bildirildi.Bu arada, başkent Bağdat'ta da yine polisleri hedef alan iki bombalı saldırıda 6 kişinin yaralandığı belirtildi.

BOMBALI SALDIRIDA ÖLÜ SAYISI ARTIYOR
Kerkük'teki bombalı saldırıda ölü ve yaralı sayısı artıyor.
Irak'ın kuzeyindeki Kerkük kentinde, bomba yüklü 3 araçla düzenlenen saldırılarda ilk belirlemelere göre 2 kişi öldü, 15 kişi yaralandı.

Yetkililer ilk saldırının doğrudan bir polis memurunu, ikinci saldırının da polis devriyesini hedef aldığını söyledi. Üçüncü bombanın ise güvenlik güçlerine ait bir binanın önünde infilak ettiği bildirildi.

Bu arada, başkent Bağdat'ta da yine polisleri hedef alan iki bombalı saldırıda 6 kişinin yaralandığı belirtildi.

ÖLÜ SAYISI 5'E YÜKSELDİ
Irak'ın kuzeyindeki Kerkük kentinde, bomba yüklü 3 araçla düzenlenen saldırılarda ölü sayısının 5'e, yaralı sayısının 35'e yükseldiği bildirildi.

Kerkük polisi, ilk aracın Irak Kürdistan Demokratik Partisi güvenlik bürosu yakınında, bir dakika sonra da ikinci bir aracın Irak Türkmen Cephesi bürosu yakınında infilak ettiğini belirtti.

Üçüncü aracınsa aynı bölgede bir dükkanın yakınlarında infilak ettiği kaydedildi.

AA

Dramatic bomb explosion in Kerkuk caught on camera

Suicide bomber attacks oil-rich, ethnically-charged city north of Baghdad, killing 7 and injuring 80 Video
By YAHYA BARZANJI and LARA JAKES, Associated Press






A suicide bomber posing as a dairy deliveryman struck a Kurdish security headquarters Wednesday, setting off a series of rapid-fire attacks against the oil-rich Iraqi city of Kirkuk that killed seven and wounded up to 80 people.
Within minutes, two more bombs exploded nearby, sending dark plumes of smoke into the clear winter sky and ending a six-month lull in violence in a city rife with simmering ethnic tensions 180 miles (290 kilometers) north of Baghdad.

The city is divided between Kurds, Turkomen and Sunni and Shiite Arabs, and has long been feared to be a possible new flashpoint in Iraq.
Police Brig. Gen. Sarhat Qadir said two policemen were among the dead, while five police and eight officials with the Kurdish intelligence forces known as the Asayish were wounded. Dr. Khalid Ahmed of Kirkuk emergency hospital confirmed the total casualty count of seven killed and as many as 80 injured.


http://www.salon.com/news/iraq/?story=/news/feature/2011/02/09/Iraq_bombs_kirkuk

السيدة سندس عباس: يجب أن يكون للتركمان تمثيل ضمن الكادر الوضيفي في السفارات في الخارج





السيدة سندس عباس: يجب أن يكون للتركمان تمثيل ضمن الكادر الوضيفي في السفارات في الخارج


أستقبل السيد عبد المهيمن العريبي القائم بأعمال السفارة العراقية ممثلة الجبهة التركمانية العراقية السيدة سندس عباس في مقر السفارة العراقية في لندن يوم الاثنين المصادف 07-02-2011
وقد بحث الجانبان المستجدات السياسية العراقية وأوضاع الجالية العراقية في المملكة المتحدة حيث أكدت السيدة سندس أن سياسة التهميش والاقصاء التركمان شملت سفارات العراقية في الخارج أيضآ وأنها تكاد تكون خالية من موظفين تركمان سواء كانوا اداريين أو دبلوماسيين وأن تحقيق الوحدة العراقية القائمة على أساس العدل والمساواة يحتم على الحكومة العراقية اشراك كل المكونات وعليه يجب أن يكون للتركمان تمثيل مناسب في هذه المؤسسات , ومن جانبه أكد السيد عبد المهيمن بأن التركمان من المكونات الاساسية في العراق وقد أكدوا ولائهم ووطنيتهم وقد ضحوا وأعطوا الكثير من الشهداء في سبيله ولهم كل الحق للمطالبة بالحقوق المشروعة لهم داعيآ ممثلين التركمان في الحكومة العراقية الحالية للمطالبة بها , وأن السفارة العراقية في المملكة المتحدة بيت لكل العراقيين


المكتب الاعلامي
ممثلية الجبهة التركمانية العراقية - لندن

mardi 8 février 2011

Telafar Turkmens plan protest over marginalization

06 Feb 2011

By Khudr Khallat

Dohuk - A Turkomani Front spokesman said on Sunday that Turkomani demonstrators will soon take to the streets of Talafar to protest over their marginalization from the country's political process after failing to secure the post of Republican Vice President.

Elias Nouri Elias told AKnews that alongside the planned protests complaints will be issued to Iraqi President Jalal Talabani and the Kurdish President Massoud Barzani as well as to various international bodies, accusing the government of "depriving" them of the vice presidency.

"We know that the protest will not achieve anything but we seek to make our voices heard by all people, (to know) that the rights we are demanding have not been met," he said.

Elias did not set a date for the planned protests.
The Iraqi Turkomani Front which belongs to the al-Iraqiya list announced two week ago that the Turkomani MPs had nominated Iden Hilmi as their candidate for the post of Vice President of the Republic.

On Friday, in response to news reports indicating that President Talabani had nominated Adel Abdul-Mahdi and Khudair al-Khuzaie from the National Coalition (NC) and Tariq al-Hashimi from the al-Iraqiya List to fill the three vice presidencies, Hilmi told AKnews that the nominations revealed a lack of commitment to the achievement of national partnership in the country.

In response to reports from internal sources that President Talabani may ask parliament to approve the nomination of a fourth vice president from among the Turkomani, Hilmi said that this could be a viable solution.

At present there are provisions in the Iraqi constitution for three vice presidencies beneath the President of the Republic."Parliament can arrive at some solutions by amending the law of the President," Hilmi said, "...adding a fourth that can represent the turkomani.

"The Turkomani deputies nominated for the position alongside Hilmi are Abbas al-Bayati, Mohammed al-Bayati and Fawzi Akram Tarzi.

© AK News 2011
http://www.zawya.com/story.cfm/sidZAWYA20110207083149

lundi 7 février 2011

Iraq Bulletin 5th February 2011

Hundreds of Iraqi citizens protested the newly established government and the Iraqi National Assembly in Iraq's capital city Baghdad. It was noted that most of the protestors consisted of young people. The protestors underlined the unemployment issue in the country and the indifference of those responsible for state affairs.

Excerpts from the Iraqi Agenda:
The Deputy Governor of Necef in Iraq said; "The civil aviation authorities of Iraq and Turkey have come to an agreement regarding the realization of 36 weekly flights between the two countries. The relevant agreement shall start next March. "
***
Iraqi Minister of Foreign Affairs Zebari said that the Arab Summit to be held in Baghdad would not be postponed due to the incidents taking place in some Arab countries and underlined that the summit would take place next March.
***
Hundreds of Iraqi citizens protested the newly established government and the Iraqi National Assembly in Iraq's capital city Baghdad. It was noted that most of the protestors consisted of young people. The protestors underlined the unemployment issue in the country and the indifference of those responsible for state affairs.
***
The Iraqi Ministry of Justice requested that the Red Cross in Iraq visit the prisons in the country in order to carry out a study. An official from the Ministry of Justice said: "we have received information regarding gross allegations of violence and torture applied in Iraqi prisons; if this is the case then the Red Cross must carry out its duty."
Kerkuk.net

samedi 5 février 2011

5 Year Old Child Heads Million Strong Demo in Alexandria Egypt


He is chanting about freedom, the nation, the need for the regime of Hosni Mubarak to fall, and complaining about “American agents.”

vendredi 4 février 2011

IRAQ: False Alarm on Oil Exports or Not? by Reidar Visser

Posted by Reidar Visser on Wednesday, 2 February 2011 13:57

The surprising aspect of the failure to start oil export from Kurdistan yesterday was not the fact that the target date of 1 February was missed. This happens in Iraqi politics all the time: Each day, for almost every issue of significance, one can find someone saying it will be solved “in two days”, others claiming it will take “two weeks” and some maintaining “the rest of the month” is needed. Rather, the remarkable thing was that the messenger in this case was someone who has a businesslike reputation and is seen as reasonably realistic by friends and opponents alike – the prime minister of the Kurdish Regional Government (KRG), Barham Salih.

It is still unclear whether the delay means the oil-export issue will simply become one among several items in the growing quagmire of pending questions in Iraqi politics or whether a solution is actually around the corner. The new government that was announced in late December 2010 remains incomplete without security ministers. The controversial, US-supported strategic policy council remains bogged down in detailed disputes about the status of its chairman/president (that technical distinction is part of the dispute!) and the country has no legally elected vice presidents (not that they are needed, but this issue keeps deflecting energy from potentially useful discussions). Before parliament can give the budget the full attention it requires, it needs to elect more committee heads and update its own bylaws, and with the recent outrage over Maliki’s moves to bring the “independent” commissions under closer control by the executive, there is more talk than ever about actually trying to craft the special legislation for the federal supreme court called for under the constitution (which requires a two-thirds majority in parliament).

The oil-export issue itself has some additional problematic aspects that have received a certain degree of attention already and are likely to cause more widespread discussion once the issue reaches the full parliament through the budget, regardless of whether oil is actually about to start flowing (and some media reports suggest this is indeed the case). Ever since the first oil-export attempt was aborted in 2009 and local sales of oil were initiated in Kurdistan by the local authorities in order to compensate the foreign companies working there, voices critical of these local sales have been heard in Baghdad. When Ashti Hawrami, the KRG natural resources minister, told The New York Times on 8 July 2010, at a time when the local sales of oil were peaking, that proceeds from oil smuggled to Iran were being used to compensate foreign companies operating in the region, it certainly added to the controversy (even through Hawrami later claimed journalists had failed to understand his distinction between oil and oil by-products). At any rate, going forward, it seems clear that a part of the proposed new deal on oil “exports” from Kurdistan actually involves not exports as such but rather boosting production for local markets, and if this relates to some kind of special quota for Kurdistan that will be exempted from the general, population-based national revenue-distribution formula and hence less transparent – and if local sales are done according to a different formula than export oil (i.e. if more money gets pocketed by the foreign companies) – then it could certainly prompt criticism from Iraqi parliamentarians who are likely to ask tough questions about any deviance from the constitutionally mandated, universal pattern of distribution across Iraq. Again, it is critical to note that as far as oil is concerned, there is not one iota of difference between a federal region and a governorate when it comes to the relevant constitutional provisions.

Meanwhile, the Kurds have made one important gain in that Khalid Shwani has reportedly been made head of the important legal committee in parliament, a job which the secular Iraqiyya had been seeking. The position is potentially useful, though particularly as a tool of obstruction. The challenge for the Kurds is that their long list of demands to Maliki (the 19 points) involve complicated pieces of legislation on issues like the presidency council and energy that are likely to stay in parliament for a very long time before they ever reach the legal committee, no matter what Shwani does (or what Maliki has promised). Ultimately, though, it is likely that these elected forums, rather than backroom deals, will decide the overall structure of Iraq’s oil-export regime in the long run, regardless of whether some kind of short-term fudge will enable oil to flow from Kurdistan in the near future.

To read comments please click on:

http://gulfanalysis.wordpress.com/2011/02/02/false-alarm-on-oil-exports-or-not/#comments

mercredi 2 février 2011

The Turkic character of KASHGAR city in East Turkistan and of KERKUK city in Turkmeneli (Iraq) must be preserved!


The City of Kashgar
An Oasis of the Silk Road on the Brink of Extinction
Conference at the EU Parliament
on 27th January 2011
Organised by the Office of Frieda Brepoels MEP
In collaboration with
UNPO & Belgian Uyghur Association



ITF EU representative Dr. Hassan Aydinli spoke to the organiser of the conference, MEP Frieda Brepoels, about the city of KERKUK , the Turkmens’ cultural capital in Iraq , saying that KERKUK, as KASHGAR, deserved to receive the attention of international organisations such as UNESCO, the Society for Threatened Peoples, etc. He informed her that under the arabization policy of the former regime several important Turkmen monuments and traditional Turkish houses in Kerkuk had been destroyed and that since April 2003 when the U.S. military allowed the Kurdish Peshmerga to invade and occupy the city the Kurds too were trying to obliterate the city’s Turkmen character.


MEP Frieda Brepoels who was a practising architect before turning her energies to Belgian politics and before being elected in 2004 to the EU Parliament showed great interest when Dr. Aydinli spoke about the need to preserve the city’s Turkmen character by protecting and/or renovating its numerous ancient monuments, such as the Citadel and the traditional Turkish houses. To better illustrate the urgency of this matter Dr. Aydinli gave her a copy of Dr. Suphi Saatçi’s book “The Urban Fabric and Traditional Houses of Kirkuk ”. Ms. Brepoels thanked him and said she would read it with great interest.








مدينة كاشغر
واحة من طريق الحرير على حافة الانقراض
مؤتمر في برلمان الاتحاد الاوربي
في 27 يناير 2011
نظمت من قبل فريدا بريبولس عضوة البرلمان الاوربي
بالتعاون مع
منظمة الامم والشعوب غير الممثلة وجمعية الايغور البلجيكيين





ممثل الجبهة التركمانية العراقية في الاتحاد الأوروبي الدكتور حسن آيدينلي خاطب منظمة المؤتمر فريدا بريبولس عضوة البرلمان الاوربي حول مدينة كركوك كونها عاصمة التركمان الثقافية في العراق قائلا : ان كركوك ، وكاشغر ، يستحقان الحصول على الاهتمام المطلوب من قبل المنظمات الدولية مثل اليونسكو ، وجمعية الدفاع عن الشعوب المهددة ، الخ. وأبلغ لها أنه في إطار سياسة التعريب التي مارسها النظام السابق المعالم الهامة للتركمان والمنازل التقليدية التركية في كركوك قد دمرت ، ومنذ ابريل 2003 عندما سمح الجيش الأمريكي لقوات البيشمركة الكردية لغزو واحتلال مدينة كركوك حيث حاول الأكراد طمس طابع كركوك التركمانية . فريدا بريبولس عضوة البرلمان الأوربي التي كانت تمارس الهندسة المعمارية قيل تحويل طاقتها الى السياسة البلجيكية وانتخابها في عام 2004 كعضوة في الرلمان الاوربي قد اظهرت اهتماما واضحا لحديث الكتور حسن آيدينلي حول ضرورة الحفاظ على طابع المدينة التركمانية من خلال حماية و / أو ترميم معالمها القديمة العديدة ، مثل القلعة والبيوت التقليدية التركية. ولتوضيح افضل للحاجة الملحة لهذه المسألة الدكتور آيدينلي قدم نسخة من كتاب "النسيج الحضري والبيوت التقليدية في كركوك" للدكتور صبحي الساعاتي . السيدة بريبولس شكرته قئلة بانها سوف تقرأه باهتمام كبير

mardi 1 février 2011

HRW: Iraq: Secret Jail Uncovered in Baghdad

Iraq: Secret Jail Uncovered in Baghdad
Detainees Describe Torture at Another Facility Also Run by Elite Security Forces
Human Rights Watch



HRW, February 1, 2011



(Baghdad) - Elite security forces controlled by the military office of Prime Minister Nuri al-Maliki of Iraq are operating a secret detention site in Baghdad, Human Rights Watch said today. The elite forces are also torturing detainees with impunity at a different facility in Baghdad, Human Rights Watch said.

Beginning on November 23, 2010, and continuing over the next three to four days, Iraqi authorities transferred more than 280 detainees to a secret site within Camp Justice, a sprawling military base in northwest Baghdad, interviews and classified government documents obtained by Human Rights Watch reveal. The Army's 56th Brigade, also known as the Baghdad Brigade, and the Counter-Terrorism Service, both under the authority of the prime minister's office, control this secret site. The hurried transfers took place just days before an international inspection team was to examine conditions at the detainees' previous location at Camp Honor in the Green Zone. Human Rights Watch has also obtained a list of more than 300 detainees held at Camp Honor just before the transfer to Camp Justice. Almost all were accused of terrorism.

"Revelations of secret jails in the heart of Baghdad completely undermine the Iraqi government's promises to respect the rule of law," said Joe Stork, deputy Middle East director at Human Rights Watch. "The government needs to close these places or move them under control of the justice system, improve conditions for detainees, and make sure that anyone responsible for torture is punished."

The Iraqi government should immediately close the facilities or regularize their position and make them open for inspections and visits, Human Rights Watch said.

Approximately 80 of the 280 detainees are being held by the 56th Brigade at the secret site at Camp Justice and have had no access to lawyers or family members. Prison inspectors are not permitted to conduct visits to the section of the facility controlled by the 56th brigade, prompting fresh concerns that the brigade may be torturing detainees. According to government sources, the Counter-Terrorism Service is holding the 200 remaining transferred detainees, although the 56th Brigade maintains primary responsibility for security at the site in Baghdad's Kadhmiya neighborhood.

In one of the 18 documents obtained by Human Rights Watch, a letter from the prosecutor's office of the Higher Judicial Council asks the Office of the Prime Minister to instruct officials at the Camp Justice site to stop preventing prison inspectors and relatives from visiting detainees. The letter, dated December 6, 2010, says such a refusal "meets neither legal nor humanitarian standards, unless [the refusal is] specifically ordered by a judge at a specialized court."A second letter, dated January 13, 2011, from the justice minister to the Office of the Commander in Chief of the Armed Forces, through which the prime minister controls Iraqi security forces, stated that a 56th Brigade officer prevented prison inspectors from the Human Rights Ministry from visiting the site.

The secret detention site is located within a legitimate Justice Ministry detention facility at Camp Justice, known as Justice 2 (Sijn al-Adaleh 2), which holds just over 1,000 other detainees. Camp Justice is the site of the former "Fifth Department" (al-Sha'ba al-Khamsa) intelligence office notorious during the rule of Saddam Hussein for torture and disappearances. The former dictator was executed there in 2006.

Camp Honor, from which the detainees were transferred, became the subject of media scrutiny on January 23, after the Los Angeles Times uncovered abuse there and described the conditions as "miserable." The article said detainees were held in cramped windowless cells that reeked of human excrement.

Recent interviews by Human Rights Watch of more than a dozen former detainees from Camp Honor had documented how detainees are held incommunicado and in inhumane conditions, often for months at a time. Detainees described in detail the wide ranging abuses they endured during interrogation sessions at the facility, usually to extract false confessions. They said interrogators beat them, hung them upside down for hours at a time, administered electric shocks to various body parts, including the genitals, and asphyxiated them repeatedly with plastic bags put over their heads until they passed out.

In interviews with Human Rights Watch in December, former detainees described the abuse at Camp Honor:

One detainee said on December 26 that: "The cell was so crowded that we had to take turns standing and lying down, and would try to let someone lie down if they were an old man, or especially if they had just been brought back from interrogation. Then we usually could not stand."
Another said on December 18 that: "I was blindfolded and put on the floor, face-down with my hands tied tightly behind my back. The interrogator stepped on my arms, and put more and more weight down on them until I was screaming."
A third detainee, who had been held in Camp Honor the summer of 2010, said in a December 27 interview that: "My hands were tied over my head and my feet were put in water, then they shocked me in my head and my neck and my chest. The interrogators beat me repeatedly and told me that they would go to my house and rape my sister if I did not sign a confession, so I did. I did not even know what I was confessing to."
In response to the Los Angeles Times article, which said Camp Honor is run by the 56th Brigade and the Counter-Terrorism Service, Iraq's deputy justice minister, Busho Ibrahim, told Agence France-Presse on January 24 that his ministry alone controlled the site.

"It is my responsibility, and I deny all these accusations - they are all lies," he said. "Families can visit their sons or husbands, lawyers can visit them regularly. It's like any other prison run by the Justice Ministry."

He reiterated, "It is not true that it follows Maliki's orders - it is run by the Justice Ministry."

However, documents obtained by Human Rights Watch refute government claims that Camp Honor is controlled by the Justice Ministry. In one classified document dated August 2, 2010, the former justice minister, Dara Nour al-Din, requested that his staff obtain approval from the Office of the Commander in Chief of the Armed Forces to transfer detainees from Camp Honor, demonstrating the ministry's subordinate role at the facility.

In the note to his staff, the justice minister asks them to write a letter to the Office of the Commander in Chief of the Armed Forces "requesting permission for custody of the prisoners to be turned over" to the ministry so they can be transferred elsewhere. The document indicates that the issue arose after Deputy Justice Minister Ibrahim acknowledged that his ministry could not transfer detainees due to external interference, particularly from military interrogators.

Another document, from October 2010, signed by Ibrahim himself, says the ministry "has no objection to allowing lawyers and families to visit detainees" at Camp Honor but that, "it is only the tough security measures implemented by the Defense Ministry/56th Brigade section [of the prison] and the Counter-Terrorism administration section, and also the location of the prison in the Green Zone, that has prevented this."

In response to the Los Angeles Times article, Ibrahim also said that the International Committee of the Red Cross (ICRC) had visited the Camp Honor prison. But when contacted by Human Rights Watch, the ICRC spokesperson, Graziella Leite Piccolo, said that ICRC had not been able to visit Camp Honor because the government had not met the organization's criteria for such site visits, including access to the entire facility and its detainees.

"It is important to note that, even if we had been able to visit, a visit alone is not a certificate of validation, but part of a process," she said. Government sources told Human Rights Watch that authorities have prevented the Human Rights Ministry from conducting any prison inspections at Camp Honor for more than a year.

Several government sources said that although the 56th Brigade, and its sibling, the 54th Brigade, technically fall under Defense Ministry administration, the brigades' chain of command bypass the ministry. They do not report to the defense minister or army chief of staff, but instead to Maliki through the Office of the Commander in Chief of the Armed Forces. Through this office, the prime minister also controls the Counter-Terrorism Service, which falls under no ministry and is not governed by any legislation. The Counter-Terrorism Service works closely with US Special Forces.

Military officers and officials from both the Defense and Interior ministries told Human Rights Watch that the 56th Brigade and the Counter-Terrorism Service routinely conduct operations, including mass arrests and detentions, without notifying the security ministries. A high-level Interior Ministry officer told Human Rights Watch on December 18 that these units "create confusion and a dangerous atmosphere where special units who have a separate authority storm in and take people." The official said that regular security forces were afraid of these elite forces.

Another official, from the Defense Ministry, told Human Rights Watch on January 23 that contrary to the usual practice, in which security forces process detainees through the main prison system, the 56th and 54th Brigades often refuse to give up their prisoners.

"Their families and lawyers cannot visit them," he said, "and sometimes cannot even find out if they are dead or alive."

Defense Ministry officials interviewed by Human Rights Watch said there is close cooperation between the 56th and 54th Brigades, commonly referred to by military and police as "Maliki's forces." Prisoners arrested and initially held in the prison run by one brigade are often transferred to the prison run by the other.

An Interior Ministry official told Human Rights Watch on January 13 that "people come to police stations or prisons looking for their family members who have been arrested. If we find out they were taken by Maliki's forces, we don't get any information about them or have jurisdiction to do anything."

Last year, the Human Rights Ministry uncovered a secret prison run by the 54th Brigade, with the assistance of the 56th Brigade, in the old Muthanna airport in Western Baghdad. In April, Human Rights Watch interviewed 42 detainees who had been tortured at this facility over a period of months. The secret prison held about 430 detainees who had no access to their families or lawyers. The prisoners said security forces personnel kicked, whipped, and beat them, asphyxiated them, gave them electric shocks, burned them with cigarettes, and pulled out their fingernails and teeth. They said that interrogators sodomized some detainees with sticks and pistol barrels. Some young men said they had been forced to perform oral sex on interrogators and guards, and that interrogators forced detainees to molest one another sexually.

A US Embassy cable viewed by the Los Angeles Times stated that 56th Brigade interrogators had been sent to Muthanna from Camp Honor. A separate cable said the brigade "reports directly to the prime minister's office."

At the time, Maliki described the prison at Muthanna as a transit site under the control of the Defense Ministry.

However, a high-ranking Defense Ministry official distanced his ministry from the allegations of torture at Muthanna. In a classified letter to the Human Rights Ministry dated May 3, 2010, and seen by Human Rights Watch, Saleh Sarhan, general secretary to the defense minister, wrote: "Our ministry has no relationship with those military investigation committees nor to the Sur Ninewa [Muthanna] Detention Center, because both are attached to the Office of the Commander in Chief of the Armed Forces."

www.uruknet.info?p=74503